4 Mart 2009 Çarşamba

GİTMESEYDİ

Hüzünlü bakışlarla denize doğru bakarlarken birden vapurun kulakları tırmalarcasına öten düdüğü, onları düşüncelerden uzaklaştırdı. - Ne oldu, dedi ona sarılan eşi ilgisizce. - Yok bir şey, dalmışım. Düdük… Bir korku sardı sanki içimi. - Neden? Korku içinde yaşamıyor muyuz zaten? - Hiç…öyle işte. Boş ver sen bana. - Hadi gidelim. - Tamam. Yan yana ama aslında çok uzak bir şekilde yürüdüler. Yol boyunda bir kadın, çocuğunu çekiştire çekiştire koşarcasına yürüyor; çocuksa inatla ayak diriyordu. Akan bir su gibiydi caddedeki araçlar…dur durak yok. Her birinden ayrı bir müzik geliyor, her bir ezgi farklı duygular uyandırıyor. Karı koca birlikte mi gidiyordu, ayrı mı? Aynı yolu bitirmeye çalışan iki yabancıydılar sanki. Kadının yüzünde bir amaçsızlık kol geziyordu. Ne yol kenarındaki çiçekçinin çiçekleri ne mızıka çalan şu çocuklar… Birden adam durdu. İki simit aldı kirli saçları içinde pırıl pırıl gözleriyle simit satan bir çocuktan. Sessizce uzattı kadına. Kadın aldı, yemeye başladı.bir an adam, kadının elini tutmak istedi, ancak vazgeçti. Kadınsa bunu bilmeden simidini yiyordu. Yol… bir türlü bitmek bilmiyordu. Keşke otobüse binselerdi ama o zaman simit alamazlardı. Akşamın karanlığı yavaş yavaş kendini belli etmeye başlıyordu. Çöken kızıllık, eve ayrı bir hüzün veriyordu. Denizden eser kalmamıştı. İç içe giren evler, ruha sıkıntı veriyordu. Bahçe kapısını açtı adam, kapıyı tutan tahta yere düştü, eğildi aldı. Yerde bir toka, kırmızı bir saç tokası…içi sızlasa da görmemeye çalıştı. Karısı arkasından bahçeye girerken adam döndü ve onu ilk kez görüyormuş gibi süzdü. O gözleri ilk gördüğü günü hatırladı. İçeri girdiler. Kadın mutfağa girdi. Su içmek için elini uzattığı bardaklar içinde bebekli bir kupa değdi eline; aldı…baktı, baktı ve bardağı öfkeyle fırlattı. Adam, sesi duyunca koşup geldi, karısı boş gözlerle kendine bakıyordu. Sarılmak istedi adam, kadın arkasını döndü. Bir bardak çayın sıcaklığı ile ısınabilseydi yürekleri keşke, sarsaydı demliğin buğusu ruhlarını ve kenetlenselerdi yeniden el ele. Kaşığın sesi, kızlarının bardakla oynadığını, “Kırarsın bırak! ”diye bağırdıklarını, bukle bukle saçlarını sallaya sallaya omuz silkişini hatırlattı. Onca yokluk içinde tek ışık kaynağıydı yavruları. Cıvıltısıyla doldururdu yoksul evlerinin içini. Onun içindi kadının sevmeden evlendiği kocasına katlanması, onun içindi adamın aradığını bulamadığı ama çocuğunun anası olan kadını sarıp ona sahip çıkışı. Bir rüzgar esmişti bu yuvanın içinde, bir yangın çıkmıştı ürkek gönüllerinde. Esen rüzgar giderken alıp götürmüştü gök gözlü kızlarını. Bukle bukle saçlarını sallasaydı, bardakları kaşıkla karıştırıp ses çıkartsaydı, bahçedeki çamurları eve getirseydi de gitmeseydi. -6.6.2001-

Serap ÖZALTUN
21.2.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder