4 Mart 2009 Çarşamba

GİTMESEYDİ

Hüzünlü bakışlarla denize doğru bakarlarken birden vapurun kulakları tırmalarcasına öten düdüğü, onları düşüncelerden uzaklaştırdı. - Ne oldu, dedi ona sarılan eşi ilgisizce. - Yok bir şey, dalmışım. Düdük… Bir korku sardı sanki içimi. - Neden? Korku içinde yaşamıyor muyuz zaten? - Hiç…öyle işte. Boş ver sen bana. - Hadi gidelim. - Tamam. Yan yana ama aslında çok uzak bir şekilde yürüdüler. Yol boyunda bir kadın, çocuğunu çekiştire çekiştire koşarcasına yürüyor; çocuksa inatla ayak diriyordu. Akan bir su gibiydi caddedeki araçlar…dur durak yok. Her birinden ayrı bir müzik geliyor, her bir ezgi farklı duygular uyandırıyor. Karı koca birlikte mi gidiyordu, ayrı mı? Aynı yolu bitirmeye çalışan iki yabancıydılar sanki. Kadının yüzünde bir amaçsızlık kol geziyordu. Ne yol kenarındaki çiçekçinin çiçekleri ne mızıka çalan şu çocuklar… Birden adam durdu. İki simit aldı kirli saçları içinde pırıl pırıl gözleriyle simit satan bir çocuktan. Sessizce uzattı kadına. Kadın aldı, yemeye başladı.bir an adam, kadının elini tutmak istedi, ancak vazgeçti. Kadınsa bunu bilmeden simidini yiyordu. Yol… bir türlü bitmek bilmiyordu. Keşke otobüse binselerdi ama o zaman simit alamazlardı. Akşamın karanlığı yavaş yavaş kendini belli etmeye başlıyordu. Çöken kızıllık, eve ayrı bir hüzün veriyordu. Denizden eser kalmamıştı. İç içe giren evler, ruha sıkıntı veriyordu. Bahçe kapısını açtı adam, kapıyı tutan tahta yere düştü, eğildi aldı. Yerde bir toka, kırmızı bir saç tokası…içi sızlasa da görmemeye çalıştı. Karısı arkasından bahçeye girerken adam döndü ve onu ilk kez görüyormuş gibi süzdü. O gözleri ilk gördüğü günü hatırladı. İçeri girdiler. Kadın mutfağa girdi. Su içmek için elini uzattığı bardaklar içinde bebekli bir kupa değdi eline; aldı…baktı, baktı ve bardağı öfkeyle fırlattı. Adam, sesi duyunca koşup geldi, karısı boş gözlerle kendine bakıyordu. Sarılmak istedi adam, kadın arkasını döndü. Bir bardak çayın sıcaklığı ile ısınabilseydi yürekleri keşke, sarsaydı demliğin buğusu ruhlarını ve kenetlenselerdi yeniden el ele. Kaşığın sesi, kızlarının bardakla oynadığını, “Kırarsın bırak! ”diye bağırdıklarını, bukle bukle saçlarını sallaya sallaya omuz silkişini hatırlattı. Onca yokluk içinde tek ışık kaynağıydı yavruları. Cıvıltısıyla doldururdu yoksul evlerinin içini. Onun içindi kadının sevmeden evlendiği kocasına katlanması, onun içindi adamın aradığını bulamadığı ama çocuğunun anası olan kadını sarıp ona sahip çıkışı. Bir rüzgar esmişti bu yuvanın içinde, bir yangın çıkmıştı ürkek gönüllerinde. Esen rüzgar giderken alıp götürmüştü gök gözlü kızlarını. Bukle bukle saçlarını sallasaydı, bardakları kaşıkla karıştırıp ses çıkartsaydı, bahçedeki çamurları eve getirseydi de gitmeseydi. -6.6.2001-

Serap ÖZALTUN
21.2.2009

BİR DAHA SEVMEYECEĞİM

Boş da değildi bakışları ama donuktu, anlamsızdı. Önünden gelip gidenlerin ona meraklı bakışları hiç etkilemiyordu onu. Adeta bir yolcu bekler gibi oturdu taşın üzerinde... Zaman zaman dalıp gidiyor, elindeki kitaba göz gezdiriyordu. Bazen bir ışık parlıyordu gözlerinden,sonra sönen ışığın ardından yeniden dalıyordu caddenin o kalabalığını hissetmeden. Ne kadar zaman geçti, bilemedi. Belki on dakika, belki on saat...Hep bekledi, tam kalkıp gidecekti ki bir ses oturttu onu yeniden yerine. Kaç saattir, yerim deyip benimsediği kaldırım taşına. Dur, dedi içinden bir ses, gitme. Oturdu omuzları çökerek. Beklenen, bilseydi ki böyle bir yürek yoluna düşmüş, gelmez miydi? Umudu ekti yüreğine, dalıp gitti onu ilk gördüğü güne. Nasıl da koşarak gitmişti yanına pırıl pırıl gözlerle. Onu ilk defa görmenin mutluluğu, heyecanı nasıl da sarmıştı yüreğini. Sonra yağan yağmur damlalarını yüzünden sildiğini, iş giysisi ile dışarı fırladığını ve bu sevgiye rağmen ona sarılamadığını. Bu nasıl sevmek, dedi kendi kendine. Kavuşmak yokken sözlükte, bu nasıl sevmek? Yanındaki merdivende bir işportacı çocuk, karton vereyim de otur, üşürsün, dedi. Bir an gülümsedi, onu da düşünen biri vardı. Bu, hoşuna gitti. Saçlarını okşamak istedi onun, ama yapmadı. Öylece gülümsedi sadece, bir şey olmaz anlamında. Çalan telefonun sesine irkildi, nerde miyim? Ben hep burdayım, ben hep yüreğindeyim. Bekle dediğin yerdeyim, gelsene. Telefonu cebine koyarken bekleyemedi çıldıran yüreği. Gel demişti ama o gitti onun geleceği yöne. İşte orada, geliyor. Ne kadar özlemişti, koşup atılıverse, sarılsa, çok özledim dese. Diyemez ki...Sırt sıra olacaklardı nerdeyse, arkasını dönmüştü, nabzı dışardan duyulacaktı sanki. Bir an daha dönmese geçip gidecekti...Dayanamadı, seslendi. O geri dönüş, göz göze geliş, dünyada başka ne var ki okyanustaki iki martıdan başka. Kimse yok sanki, sadece onlar var. Sıcacık bir gülüşle yetindi, onu görebildiği için ne çok sevinmişti ve şimdi öyle çaresiz kalakalmıştı...Biraz yürüdüler. Hatır sordular mı birbirlerine, ne dediler, hiç hatırlamıyordu. Bir yerde oturalım dedi, oturdular. Yan yana oturmak istedi yüreği, ama olmadı. Karşısına oturan o güzel gözlerin yüreğindeki dili dinlemek isterdi... Sustular, dar bir vaktin içine sığdırmak istediler özlemlerini, düşlerini. Soğuyan çayın tadı bile buruk değildi sanki, ordan burdan sözlerle anlatmaya çalıştı kendini. Elleri nasıl da tutmak isterdi ellerini ama öyle kalakaldı karşı balkondaki ipte duran tek çamaşır gibi. Ne konuştular ya da konuştular mı...Yoksa sadece bakıştılar da yürekleri mi selam verdi birbirine...Bilemedi. Bir telefon sesi, geliyorum dedi. Zaman, bir sonsuz deniz, bir damlaydı o an ve tükenmişti. Kalktılar, sen gelme, burdan ayrıl dedi. Evet, sen burdan ayrıl. Sarıldı mı ayrılmadan, yoksa sarılmak mı istedi. Gitti... Ardında koca bir enkaz bırakarak. Sevdiğimi de diyemedim,dedi. Telefon açtı, bir fısıltı ile seni çok seviyorum, dedi. Bir daha demek istemiyordu bu sözü. Ne ona ne bir başkasına. Sevmek, rezilce bir avuntuydu. Sevmek, kahpe kurşunlardı. Sevmek, içindeki nefreti kusup çiçeklerle bezemekti yüreği. Sevmek, yıldızlarda bile onu görmekti. Sevmek, birlikte yaşamak değildi, onu yüreğinde hissetmekti. Bir daha dedi, sevmeyeceğim. -2004-

Serap ÖZALTUN
28.1.2009

SONBAHAR GELİYORKEN

Parktayım... bir yerlerden bir türkü 'Dağlar benim var mı size zararım' diyerek yüreğime gönderme yapıyor. Etrafta giden, gelen, oturan, çiçek satan... Her can bin telaşla koşturmada, yüreklerinin isteklerini gömüp. (Ne yapsam bilmem ki...) Bir aş evi çadırı var hemen yanı başımda. Vakit erken. Yemek saatinde karnı açlar gelirler çaresizce. (Ya kalbi aç olanlar ne yapar ki...) Köşede bir kadın dileniyor... Para istiyor, gönlünden ne koparsa. Gönlünü isteyemez ki kimseden kimse. Çünkü gönülden gönüle bir akıştır sevgi. (Şimdi nelerde acaba, ne yapar ki...) Bir adam, -sağırmış gibi- yanındakine bağıra bağıra bir şeyler anlatıyor; istetmesi olmasaymış, dağ başında kalacakmış...istetme... Demek gerekli bir istetme. (O da yollarda kalmasın, ona da istetme gerek.) Şu çocuk neden çalışır ki bu yaşta? Bak onun yaşında şu çocuk, annesinin elinden tutmuş, okul alışverişinden dönüyorlar. (Acaba köyde okurken ona da okul alışverişi yapan var mıydı ya da okulla ev arasındaki dağın yollarında servis var mıydı?) Serin bir yel esti,havada bunaltıcı bir his var. Yetmiyor aldığım oksijen, elim telefonuma gidiyor. Sanki ondan bir parça var telefonda. Tıklasam ses verir belki... Yanıma iki sevgili oturdu, sarmaş dolaşlar. Ne vakte dek severler ki birbirlerini.Kız, sarılıyor erkeğe ve 'unutma, gece mesaj at bana' diyor sevgisinden emin bir şekilde. (O da sevgimden emin mi ki...) Kalktım, yapraklar hâlâ dallarında. Görürüz sizi de, size de vurur hazan. Dallarınızdan kopup da inleyip sürünürken siz de ben gibi,anlar mısınız ki ahvalimi? Önüm sıra bir dede yürümeye çalışıyor, bir adım gerisinden gelen ak saçlı bir kadın 'ömrümü tükettin, bıktım senden...' diye söyleniyor. Adam, bir taşa takıldı, tökezledi... Kadın hemen koşup kolundan tuttu... (Ömür birlikte biter mi ki...)


Serap ÖZALTUN
5.9.2008

İNLERKEN YÜREK

Ey yaren, Bir bilsem ufuktan güneş ne vakit doğacak...Bir bilsem de uykuyu haram kılsam gözlerime... Gecenin zifirinde boğuldum kaldım, beklemek yormuyor, sadece içimde ince bir sızı var, nedeni çok. Dalıp gidiyorum geçmişe, geleceğe; bir yerlerde bırakıyorum kendimi, bulamıyorum. Gözlerin, ah o gözlerin! .. Neden, diyen gözlerinin altında ezildiğim o gün gitmezken hiç yüreğimden anlatılmaz bir korku sarıyor içimi. Bir bakıyorum avcuma konan bir kekliksin, bir bakıyorum kartalsın...Tarifi yok bir söz oldun benim için artık, korku gibi bir şey içime ılık ılık akıyor ve çizmek istiyorum kırık kalemlerle resmimi bu dünyadan. Bir kar damlası olsam da yok olsaydım keşke sen bana öyle sevgiyle ama kırgın bakarken...Ayaklarımın altında nedenler kalmış, kayıyorum... Güneşi bekliyorum hâlâ; yok! .. Bana karanlık kaldı, sana gündüz. Bana yokluğunu bırakma, sende kalmışken varlığım ruhuyla beni sensizliğinde tüketme; güneşle gel ey yâren. Kendine iyi bak.

Serap ÖZALTUN
5.9.2008

BİR ERKEK GİTTİĞİNDE

19 Nisan 2007 anısına...




Dudaklar bükülekalır da süzülür gözden yaşlar bilmeden.Güle güle derken bilirsin ki ayrı bir dünyası var, el sallarsın da dua edersin sağlıkla gitsin diye. Dönersin onunla adımladığın yolları yapayalnız, gider açarsın onunla kapattığın kapıyı. Dokunamazsın hiçbir şeye,bir mabet gibidir o ev. Pijamasında hâlâ ter kokusu vardır, yastıkta saçları. Banyoda traş losyonunun kokusu kalmıştır, yerde ayrı yolları gibi her biri bir yere bakan terlikleri. Açık kalan radyo 'tek çaremiz ayrılmak' der sızlatarak yüreği. Mutfağa girersin için yanarak bir bardak su içeyim diye masada kahvaltıda içilen çay bardakları, alır eline bardağını son lokmasını içersin dudaklarına değerek. Lavabonun yanında geceden kalan kahve fincanları, fal deyip de bakılan umut fincanları. Aldığı kavun yerdedir, kim yiyebilir ki şimdi onsuz tek lokmayı. Ayaklar çeker koltuğa götürür, oturursun dizdize uzandığınız koltuğa yalnızlığını unutup. Elin kumandaya gider, onun izlediği kanalı bulmak istersin yanında onu hissedip. Her yer aşkın kokusuyla doluyken bu gidiş niye diye isyan eder benliğin, 'sen onu aklından sil' der diğer odadaki radyodan gelen ses. Elveda demedik ki biz, der yürek de silinmeden akar gözden yaşlar. Sensiz asla dersin de elini kalbine götürürsün, herşeye rağmen gideni düşünüp. Dualara sığınırsın sağlıkla gitsin de tek benim olmasın dersin. Ona 'halaybaşısın sen' diyen yürek sesinden güç alarak dinlersin radyodan gelen sesi:

'GÖZLERİNİN İÇİNE BAŞKA HAYAL GİRMESİN,
BANA AİT ÇİZGİLER DİKKAT ET SİLİNMESİN.'


Serap ÖZALTUN
1.8.2008

SEVGİ, YÜREĞİN NEFESİDİR

Sevgi, Yüreğin Nefesidir / Düz yazı-bir aşk filminin ardından- -Aylardan Temmuz’du Günaydın canözüm, “Ona ayırdığın zamandır sevdiğini güzel yapan.” Sen benim en değerlimsin. Seni seviyorum; herkesten farklı, her şeyden güzel, her şeye değer… Bu sensin. Kuşlar cıvıldıyor yar. Sanki burada olduğunu biliyorlar. Senin yüreğin benim, benim yüreğim senin. Artık sonsuza dek söz verdik birbirimize. Biliyor musun yar, bunun anlamı nikâh aktidir. Can, uyu bir tanem. Erken daha. Uyurken bile ruhun gecemi aydınlattı, huzur verdin... Bu gece daha değerliydi birçok diğer gecelerden... aynı şehrin havasını soluduk ya...Sana susadım yar, yudum yudum içmek istiyorum seni. Gözlerine bakarken yok olsam sende. Kör olan gözle değil, gönül gözüyle bulduğum yar. Gönlünün güzelliğini hissettiğimde hayranlıktan gözyaşları döktüğüm yar. Nasılsın? Uykunun mahmurluğu ile gülüşler dağıt çevrene. Uyanınca ara beni, uyandım can de...Bu bile yeter benim mutluluğuma. Can, dönüşünü hissettim neden bilmem; kör bir bıçak gibi. Hani kör bıçak acıtmazdı? Yar! Umutsuzken varlığıyla umudum olansın. Yokluğunda umut türküleri söyletensin. Sana altından bir gül versem kal desem, kanar da kalır mısın? Yoksa ille de yüreğimi mi istersin? Canözüm! Bilmez misin o yürek benden sana göçeli gün oldu, ay oldu… Şimdi bir tanem, sen onca yolu hangi güçle döneceğini düşünüyorsun… Oysa ben seni masanda bekliyorum. Bir kahve içimi mola ver kendine, oturalım karşılıklı şarkılar dinleyelim olur mu? Gel hadi. Bir tanem, gülün boynu bükülmüştü, geldin sevgi ile suladın ve gülün canlandı. Sen de hep canlı kal, olur mu? Ben gelemem. Sakın üzme sendeki beni. Elim ermez, gücüm yetmez. Sadece rüzgar olur eserim, turnalar misali kanadımla nağmeler getiririm sana. Canözüm, söz ver. Bensizken de benle olduğunu unutma. Yıllara sordum geleceğimizi, göremedi. Geçmişi sordum 'anma' dedi. O zaman can, 'an'ı yaşa ve beni bekletme…Eve gittiğinde balkondan bak, şu en sağdaki küçük yıldız “ben”im. Bana selam ver arada, göz kırp; ”hayat” de birtanem, “nasip” de “hayırlısı” de ve sevginin, yüreğin nefesi olduğunu unutma. Sevgiler. CANÖZÜN


Serap ÖZALTUN
13.9.2007

BUGÜN 8 MART. BİR AŞK HİKAYESİ

8 Mart 1955 yılının karlı bir kış günü noktalanan bir aşk hikayesi... Belediye reisinin kızı Ayten' i, zengin bir aile ister oğullarına. Görücü giderler, ertesi gün bütün mahallede duyulur bu. Aynı sokakta oturan Sümerbank'ta memur olan İsmail Demirtürk, bunu duyar duymaz 'Ayten, benim gelinim olacaktı.' diye ağlar. Eşi Zeliha Hanım, onu teselli etmek ister, 'Vermezler ki bize bey.' der. 'Hem Erdal daha öğrenci, olacak iş değil bu, unut...'der. Erdal, Ankara' da askeri öğrenci olarak Veteriner Fakültesine yeni girmiştir, altı çocuklu ailenin tek umudu, en büyük çocuk. O gün çalışırken birden dayanamaz, işten eve gelir İsmail Efendi; hanımına seslenir, 'Hadi..hadi hanım..Kız olanı, bin kişi ister, bir kişi alır...Mirat Efendilere gidiyoruz akşam, ben Ayten'i oğluma isteyeceğim....' 'Ama' der Zeliha Hanım, 'Ama oğlumun haberi bile yok, ya kızarsa... ya şehirde bir başkasına gönül verdiyse.' 'Olur mu öyle şey! ' diye kükrer İsmail Demirtürk, 'O nasıl söz! İster! ' Gece, Mirat Efendilerin kapısı çalınır, çekinilerek. Zeliha Hanım ne kadar çekiniyorsa da mahallenin büyüğü Mirat Amca'dan ve Sıdıkanımdan divanın kıyısına şöylece ilişir. Utana sıkıla geliş sebeplerini söylerler, içlerinden de kovarlar mı, kızarlar mı endişesi geçmektedir ama Mirat Efendi, kendine yakışanı yapar ve 'Bir düşünelim.' der. O gece Demirtürkler için bitmeyecek bir gecedir. Öte yanda Mirat Efendi misafirler gidince Ayten'i, evin en küçük kızını, çağırır yanına. Güzelleşip serpildi diye ilkokuldan sonra okutmadığı Ayten'i. 'Bak kızım, seni mahalleden iki aile de istedi... Biri hala okuyor, diğeri zengin, hali vakti yerinde. Ne dersin? ' Ayten, zaten kaç gündür kafası karmakarışık olan Ayten, yüzü kızarık bir şekilde başını öne eğer, gözünün önüne pırıl pırıl üniformasıyla Erdal gelir. Geçende izinliyken annesine gitmişlerdi de kapıdan gelmiş, 'Hoş geldiniz.' demişti. O an, farklı duygular geçmişti içinden ve şimdi babası onu soruyordu ama çekiniyordu babasına cevap vermeye. Mirat Efendi tekrar sordu, Ayten başı önce, yüzü nar gibi kızarık 'Erdal' dedi. Mirat Efendi, onun öğrenci olduğunu, işlerinin zor olacağını biliyordu ama...'Peki' dedi. Ertesi gün, her iki aile de haber almaya geldi. Zeliha Hanım, aldığı 'Olur, gelin söz keselim.' sözünün şaşkınlığı ile eve nasıl gittiğini bilemedi. Şimdi ne olacaktı? Erdal'ın haberi bile yoktu. İsmail Bey, Erdal'a telgraf çekti, Ankara'dan apar topar geldi Erdal... Şaşkındı, ama mutluydu. Babası haklı çıkmıştı...oğlu da Ayten'i beğendiğini ama vermezler, diye hiç konu etmediğini söyledi. Söz kesildi. Tatilde nişan yapıldı. Dört yıl...O okul bitene kadar geçen dört yıl. Ne mektuplar yazıldı, ne ayrılıklar yaşandı, ne tartışmalar....neler neler...Küçük bir şehirdi Yozgat. Öksürsen duyulurdu. Nişanlılar...zor günler geçirdiler...Dört koca yıl..Biter mi denen dört yılda 'Evlenebilirsek...kızımızın adı Serap olsun, bu düş belki bir gün gerçek olur.' dediler ve karlı bir 8 Mart günü gelinliği karların içinde düğün resimlerini çektirdi Ayten ve Erdal'ı...Gittiler ilk tayin yerlerine genç teğmen ve eşi; dört yıl nişanlılığın bir bavul dolusu mektuplarını yakıp yok ettiler. sadece yüreklerinde kaldı yaşadıkları, vuslata ermişlerdi ya artık! .................... İşte böyle...Ben, o aşkın güzelliğinin çocuğu. Ben kendimi bildim bileli evimizde 8 Mart kutlanır. Bayram gibiydi o gün. Annem özel yemekler yapardı, bütün akrabalar telefon açar, kutlarlardı onları. Annemle babam, birbirlerine vasiyet etmişler. Birimiz ölürse, öbürü her 8 Mart'ta kabrini ziyarete gelsin, diye. Önce babam gitti. Annem soğuk, kar demeden, hastayım demeden 10 yıldır her kış gider Erdal'ının kabrine. Yanındaki mezarı da kendine aldı ama...ama tek üzünüsü kabre yerleştirilirken -Kıbleye döndürülürken hafiften bedeni- yan kabre dönük, olmasıydı Erdal'ının. Hani ona sırtını döneceği değil de yandaki kabirde de bir başka bayanın olmasıydı üzüntüsü...Buydu, olay buydu..Yıllarca kıskandığı, gözü gibi sevdiği, hayatın tüm çilesine sevgisi için katlandığı Erdal'ı kabir komşusundan bile kıskanmaktı sevgisi... Şimdi...Bugün 8 Mart diyorlar, kadınlar günü diyorlar. Yıllar önce Mirat Orhon, kızına 'Kimi istersin? ' diyerek o hakkı vermişti...

Serap ÖZALTUN

ACILARIMDA YALNIZIM

-Veda- Seni, beni unuttuğun yerde bırakıyorum. Yerdeki umutlar, anlatsın çektiğim acıyı. Seni, içimde bin heyecanla dağlar ötesinden getirdiğin gözlerindeki kıvılcımı görmek için gelirken sırtını döndüğün yerde bıraktım. Dokunma gözyaşlarıma, acılarımda yalnızım. Kısmetse bir yaz akşamı ya da bir yağmur serinliğinde bakarım gözlerine de,unutulmuşluğuna yanarım vuslatı bekleyen bu aşkın.. Şimdi ne zaman bir ses gelse senden bir zamanlar ruhumu sarsan sesini dinlerim de derim ki: Vakit med-cezir vakti değil...deniz durgun, martılar uçmaz, serçeler ağlar sessizce...Ve sen, bilmeden yıktığın köprüleri, hala elinde ağ, beklersin durgun denizin kıyısında. Oysa liman sessiz, gemiler boş, yolcular gitmiş. Vakit, sonsuza beş kala. Vuslat limanında ne sevdaya gebe umutlar ne sen ne de ben varız. Kim bilir, bir daha gelirsek dünyaya aynı ağulu şerbeti sunmayız, düşüncenin evrenine şüphe tohumunu ekip... ezmeyiz duygunun yüceliğini... yok etmeyiz el ele o erişilmez sevdayı ve bir türlü diyemediğimiz bilinmez sözleri saklamayız dudaklarımızda. Sevgimle kal, kendine iyi bak.


Serap ÖZALTUN
26.12.2006


Mavi Çınar Dergisi. Sayı 12. Mayıs 2007

DÜŞLER AYAKTA

Yalan olmayan sözler, uçup gitti sonsuzlukta. Seven yürekler, unutmadan sevgilerini karıştılar gökkuşağının renklerine. Ezgiler ağladı, yürek bir dakika dinleyemedi duygularını, bir telaştır aldı götürdü iç sızılarını. Yağan yağmur, kar. açan çiçekler...Giden mevsimler, yok etmeden unutturdu sevdaları. Bir gün belki bir gül, bir söz, bir yer, bir ezgi alıp götürdü yüreği yaşanmışlıklara. Elden gelen bir şey yokken ne denir ki...Sadece bir derin ah çekilir. Giden gitmiştir,yaşayacakları daha nice sevgiler, yol yol dizilmiştir. Her bir sevgi, diğerine bir anı bırakırken ağlamayı bile unutan gözler, aynaya bakar. Aynadaki, güler ona, 'Hala vakit varken pişmanlıklarını gömdüğün yerden çıkar.' diye fısıldar kulağına. Uzakta bir tren sesi...Gün, geceye kavuşmak üzeredir. Buram buram sevda kokuyor kahve...Düşler...Karşıdaki çocuğun elindeki pamuk şekeri..O da bitecek, o çocuk da büyüyecek, umutlar da... Bu gidiş, umudaydı.Ne göreceğini bilmeden, unutulmuşluklarla yüzleşmek içindi.Her molada, bin heyecan. Keşkeler, pişmanlıklr, acılar, düşler...Tren durdu, yolcular indi. İstasyon sessiz. Sadece, düşler ayakta.

Serap ÖZALTUN
16.15.2006

HAZAN YAPRAĞIM

bir gün nasıl bilinmez bir yaprak,sürüklenir rüzgarın esintisiyle düştüğü yerlerden...hazan yaprağıdır bu...rüzgar çarparken onu önüne katıp, vururken dağ taş yaprağa...kuruyan yaprak incinir, kırılır.... yokluğa karışmak üzereyken bir kırmızı papuçlu çocuğun ayaklarının dibinde bulur kendini...çocuk, eğilir alır onu ve büyük bir itina ile evine götürür...düşünür yaprağa bakıp...yazık olmuş der, kim bilir dalında ne güzeldi diye düşünür...bir ağaç resmi yapar koca gövdeli, yemyeşil yapraklar çizer her yerine...bir yaprağı çizmez..oraya yerdeki hazan yaprağını yapıştırır büyük bir özenle...ve en canlısından yeşil bir boya alır eline...fırça ile...incitmeden boyar sararmış yaprağı...ne güzel oldu,der sevinçle...dedesinin mezarının etrafındaki kuru yaprakları hatırlar...hiç kuru yaprak olmasa ne güzel olur,diye düşünür buruk buruk...gözlerinden sevgiyle akan gözyaşı,damlar resimdeki hazan yaprağına...üzülür çocuk, resim ıslandı diye...o da ne! nasıl canlandın öyle hazan yaprağım...sevgimle yaşa.,diye el çırpar sevinçle.

Serap ÖZALTUN
12.12.2006

SEVDAYA SERENAD

Ey yar, Cana can katmak nedir bilir misin; yüreğinin her bir katresine o canı koymak ve onun için yaşamaktır.Attığın adımda, yürüdüğün yolda, aldığın nefeste onu hissetmektir. Sevdanın mekanı yok, zamanı yok, yeri bucağı yok.Yumruk kadar yüreğin neresine sığar dağlardan yüce sevda bilmiyorum ama bildiğim bu sevda yaşama gücümü kesmiyor.Daha çok yaşama arzusu veriyor bu garip, bu boynu bükük, bu yaralı gönlüme. Ne soluğunu hissederim ne gölgende bir izim var.Uzak diyarların türküsünde salınırken sen, ben seni düşlerimde severim ve bir gün, bir an bile sitemim olmaz ne hayata ne sana ne seni Yaradanıma. Can, can içre can.Dün yolda bir can ruhunu teslim etti, kimsesi yoktu yanında.Öylece bir anda düşüverdi ve gitti.İçim yandı yalnızlığına, sonra düşündüm de ferahladı içim.Yüreğinde bir can vardır mutlaka canı kadar sevdiği ve onun sevgisiyle gitti yolculuğuna... Sen giderken, ben giderken o son nefeste elimiz yüreğimizde olsun can. Seven yüreğin sevdasını, o sevdanın yuvasından başka kim tanır...Kendine iyi bak..Öptüm gül yüreğinden. Ve bil ki her kiraz mevsimi bendeki can, seni kucaklayacak..Unutma, biz seni seviyoruz.

Serap ÖZALTUN
4.12.2006

GÖNÜL YOLCULARI

Can...Bizler, öyle gönül yolcularıyız ki sevgide vefadan söz ederiz de menfaat ağacına ilk önce kendimizi yerleştiririz..Sözde kalır söylediklerimiz ve özde arınmaktan uzağız... Geldiğimiz kaynağa döneceğimizi bile bile, giderken çıkınımıza sadece erdemi koyacağımızı unutup gene de aciz kalırız nefsin yanında... Nice insanlar gelmiş geçmiş:özü bir sözü bir..Nice öğütlerle yol göstermişler kalbi karanlıkta kalanlara da kulak, sağırım diye haykırmış adeta ve biz, çamurlu yollarda yürüyüp çamurlara bulaşmayı yeğlemişiz. Pişmanlık denen rüzgardan arada bir ruhlarını ferahlatsalar da., kısa sürmüş...Gönlün arzularına boyun eğmek, egemenlik kurmuş ve insan denen varlık, küçüldükçe küçülmüş kendi özünde. Nereye baksa kendi gibiler... Bir gün, bir yerlerde, bir dağın ta doruğunda bir fenerin ışığını görmüşcesine o ışığa yönelse, arıtsa nefsini hırsından, yıkasa benliğine bulaşmış karayı...Günün doğuşundaki kadar batışının da güzel olduğunu hissedecek ve bir cana bir gül diyen şu zavallı çocuğun gözlerindeki sevgiyi hissedecek.. Kalpten gelen selamımla selamlarım ak pak gönülleri.

Serap ÖZALTUN
1.12.2006

TAŞ YÜREĞİNE

“O mahiler ki deryada yaşar, deryayı bilmezler.”





sevilen...ey sevilen...yetmedi mi ettiğin...kanlarına basa basa gezerken yüreğimin kumsallarında, ben artık senden umudu da kesmişken...elinde aşkın okuyla başka yüreklere diktiğin çiçeklerin rengini haykırarak...bak, vuslatını umduğum yarim var diye...yüreğimi bin kez kanatıp da...gözyaşımla alay ettiğin yetmedi mi...ben ki kendi yağıyla kavrulur misali, kıyılarda dolaşırken yüzüme çarpan dalgaların ferahlığını bile hissederken utanırım sevdama ihanet mi ediyorum derim...ve ey yar...sevgisizliğin bana mıymış derim sadece de...bir ah çekerim derinden....bak...bahar geçti, güz geçti..yapraklar renkten renge döndü...sen...yapraklar kadar olamadın...üç mevsim sonra aynı rengine dönerken hazan yaprakları, sen... yönünü bana bir daha döndürmedin...nasıl bir sevda salmışsın yüreğime ki ne senin izini siler, ne başka sevdalara yer açar...ah yar, gül yüzün solmasın...ah yar..umudun tükenmesin..güller eksilmesin ellerinden...mutluluğun daim olsun...ben mi...sonsuzlukta boşa saldım ruhumu...gider boylu boyunca gönlüm...gözlerim senden başkasına kapalı...kulaklarım sadece senin sesinle duyar evreni...ellerim seni hisseder yaprakların ayasında... seni anlamak...ne zormuş can özüm...seni sevmek ne kadar kolaydı oysa...kelimelerin ardına saklanan sevgiyi bulmak ne kolay olmuştu...şimdi...kelimelerine de hasretim sen gibi..gelme...yüreğinde yoksam...gelme..okuma şiirimi...dinleme rüzgarımda ağıdımı...yosunlara sarılan taş yüreğin duymasın çığlığımı....ben dağlara dayadım sırtımı...ondan gayrisine yoktur güvenim. sen...görmeyen gözün, duymayan kulağın ve bana dair yazmayan ellerinle uzak olasın dünya derdinden...sevgim seni korusun ey yar... sevgisizliğini sardım onulmaz yarama...gülleri resmettim yüzümde...sen görme içimdeki acımı...şimdi, hoş kal...seni hoş hallerinle göreyim...sadece...sadece...yüreğinde kim var...bilmeyeyim.





Serap ÖZALTUN

17.11.2006, Ankara

AĞLAMAYIN

Seni Unutmadık Can Eriğim
Savrulan saçlar mıydı, düşler miydi boylu boyunca...Bir toprağın başında beklemek mi olacaktı kaderimiz....Her dem gel diyordu sanki toprak ona... Gideceğim, derdi, ama ardımdan ağlamasın kimse...ölüm tükeniş değil, ben vuslata ereceğim. Ağlamak, sazımın telini kırmaktır. Sakın dedi, sakın ağlamayın toprağımın başında. Bilir misiniz, her gözyaşı yüreğime dokunur. Yok olsa da varlığım, çürüse de bedenim, kalbim hisseder benim için üzüleni. Üzülmeyin yokluğuma. Biliyorsun değil mi gözlerine hiç bakamadığımı, hüzne aşık olduğumu ve eylüle olan sevdamı. Savrulan, saçlarım değildi. Yüreğim savruldu boylu boyunca. Türkülerle yandım ben, her türküde ağladım ben gibi dertlilere. Duvağını takamayan benim gibi nice gönüllere ağıtlar yakılmıştı arkalarından. Yüreğin ağıdıydı bu...Dil değil, yürek söylüyordu...'Niye gittin al yazmalım / elimi sensiz koydun./ niye gittin gül yüzlüm / duvağın yerde kaldı...' Dövündüm...dövündüm de dizlerim ağladı benim yerime...Can....Can içre can... Nerden bilirdim ki toprakla randevun olduğunu...Dayanmadı mı o narin bedenin, rüzgarın uğultusuna...Bilseydin bunca canı kor gibi yaktığını, gider miydin, diyeceğim...ama duyar gibiyim o güzel sesini...'Ağlamayın...Unutmayın beni, ama ağlamayın.'


Serap ÖZALTUN
13.10.2006

BÜYÜKLERE BİR MASAL

ARAMA BENİ Bir vardı, bir yok oldu..Dal ile yaprak, nice sevdalılara taş çıkarırcasına sevdiler... Dal, çok seviyorum dedi, ama gelemem.Yandım senin için ama diyemem; sen de söz ver arama beni,deyip bir taşın üzerine bıraktı küçük yaprağı. Rüzgar esti, dalga sonsuz denizin içine verdi yaprağı. Sürüklendi küçük yaprak. Hüzünlü gözlerle baktı hep, dalını aradı, tutunmadı başka dala. Nice gitti, nice savruldu...bilmedi. Çarptı kayalara, acıdı bedeni. Özlemle haykırdı neden, diye. Karardı gün, savruldu gece...Hiç sabah olmadı sanki....Sızlanmalar boşaydı...Dilinden döküldü sözler...Kim duya: 'Söz verdim ya aramayacağım diye...Olur mu can? Böyle söz olur mu? Sesini duymak ne güzeldi oysa. Kalbim nasıl da atıyor senin soluğunu hissedince...ama hayır, milyon kere hayır. Senli günler yok. Sensizlik bir kor gibi yüreğimde. Bu, nasıl bir yangın... bilemedim. Özlemin aldı başını gitti.Keşke sen de benim kadar sevebilseydin. Herşey başka olurdu bir tanem...ama olmazı oldurmak mümkün değil. Hoşçakal bir tanem...Şimdilik..Yüreğim bir daha 'sen' diye çırpınana dek hoşçakal.' 'Günaydın bir tanem,hadi kalk.bahar geldi, diyecektim. Diyemedim ki canım. Sen aldın eline kaderin bıçağını, kestin bir seferde sevdamın ipini. Gelme beri, dercesine bir buzdan dağın ardına saklandın. Sana ulaşamamak acıtıyor canımı da susuyorum can. Gülen gözlerinin hatırına susuyorum. Nasılsın? İyi misin? Bahçendeki güller açtı mı? Gel, bir çay alıp oturalım şu masanın yanına.Yel estikçe savrulsun saçların tel tel ve bir sen anlat, bir ben anlatayım. Savrulalım geçmişten geleceğe, dalalım yüreğimizin anlatamadıklarına. Neyse...İmkansızı düşlemek, yoruyor artık bedenimi. Unutmaya çalışıyorum seni. Aklıma her geldiğinde... içim sızlıyor ve kelepçe takıyorum ellerime. Dur diyorum, arama. Seven, unutmaz. Unuttuysa sevmiyor. Sevmiyorsa,aramıyor...ve aramıyorsa...sen de taş bas bağrına, göm sevdanı içine. Hani seninle düşler kurmuştuk ya da belki de ben kurdum düşü, sen sadece tanık oldun, dinledin sadece. Demek ki bir tanem gönül yanmayınca,böyle olurmuş. Bana, seni ilk gördüğümde ellerini tutmak isterim, ne yaparsın demiştin de alevler sarmıştı yüreğimi. Şimdi alevlerin külü bile yok. Sen bilinmezdesin, Kapadın gönlünün kapısını bana. Bu, nasıl bir acı bilemezsin. Bunu hissetmenin, insanın kanını nasıl dondurduğunu bilemezsin. Aklına gelmiyor muyum hiç? N'apar demez mi o güzel yüreğin? Biliyorum ki yüreğinle aklını koyup bir sandala vardın yaban ellere. Kendine iyi bak bir tanem...Seni seviyorum.' 'Yok, olacak gibi değil. Çekilir sancı değil. Yüreğim boyu sen. Yediğim yemekte sen, saçımı tararken aynada sen...sen, hep sen.Sen oldum ben. Hani sarılırsın da sımsıkı, doymazsın ya bir bebeğe...Öyle saf bir duygu var seninle yüreğimizde. Seni sarsam ben olsan, beni sarsan sen olsam...Dal ve yaprak olsak. Sonsuza dek öylece kalakalsak. Biz olsak. Gözyaşım kadar hızlı akıyor bu sevda...Bitmesin bu sevda...İzin vermeyelim buna. Seni seviyorum aşkım.' Düşteydi küçük yaprak...Gözünü açtığında dalının yanında olurum sanmıştı...ama dalga savurmuştu onu ta ötelere... Onlar eremedi muratlarına....Düşemedi de gökten üç elma... 30.6.2006

Serap ÖZALTUN

HAKKINI HELAL ET BABAM

Canım babam,
Ben mi bilemedim..hayat mı dizdi engelleri önüme de...Vakit denen kavramın nelere muktedir olduğunu bilemedim...Şimdiki aklım olsaydı gözlerinin içine baka baka seni ne çok sevdiğimi söylerdim, ama diyemedim, hiç diyemedim. Benim için yaptıklarının bilincindeydim hep, ama neden demedim ki sana hiç çok seviyorum seni diye; bilmiyorum. Bildiğim şöyle kucağında oturduğum ve sana doya doya sarıldığım günleri hatırlamadığım. Televizyon seyrederken uyur kalırdım da beni odama götürmek için kucağına aldığında uyansam da belli etmezdim uyandığımı ve sarılırdım hissettirmeden.Neden doya doya sevmezdik birbirimizi ya da neden sevgi kelimelerini kullanmayı bilemedik.Oysa bilirdim çok fedakardın, hep bizleri mutlu etmek için ömrünü harcadın. Çocuklarının düğününde bile resmi elbiseli görmek nasıl onurlandırırdı bizi.Bilemezdik ki kendine takım elbise alacağına bizim bir eksiğimizi gidermeyi düşündüğünü. Hatırlıyor musun, Kastamonu'ya tayinim çıktığında, İzmir'e okumaya götürürken önüme düştüğün gibi bana can yoldaşı olduğunu...Hep dürüsttün, bir kuruş haram lokma girmesin istedin kursağımıza. Ben şimdi ne deyim; nasıl sarılayım sana, nasıl öpeyim o gül yanaklarını,nasıl öpeyim ellerini? Öyle özledim ki...Hayatta hiç kimse senin yerini tutmadı., tutamazdı da...Yanına gelebilmek, toprağına dokunmak da yetmiyor. Neye seviniyorum biliyor musun? ...Sana hiç yanlış yapmadım, başım öne hiç eğilmedi, duyar da kızar diye korkacağım bir şeyi hiç yapmadım..Biz dört kardeş -dediğin gibi -kenetlendik birbirimize, anamızı baş tacı yaptık, yavrularımıza helal kazancı öğrettik, dürüstlüğü öğrettik...İnsanın hayattaki en güzel eseri ardından kendine fatiha okuyacak yavrularıymış..Ne mutlu sana babam...Benim babam olduğun için seninle hep gurur duydum...Ellerinden öptüğümü bil babam...Yoksun ya..olmasan da..senin git dediğin şu yol var ya..o yoldan gidiyorum...Elini koy kalbime..bak sen diye atıyor babam, atam! 'Hocanım' derdin ya hep bana...Gene de olur mu, yanına gelince....Hakkını helal et babam...
Serap ÖZALTUN
13.6.2006

DOSTUM

Dostum diyebilmek...Ne güzel..Umarsızca, düşünmeden, güvenip söyleyerek tüm içtenliğinle içindekileri ve tükenmeden, yeniden çoğalarak onun yüreğindeki gibi bin yürekte, dostum diyebilmek bir yüreğe ne güzel bir tercih... Dostum...Sımsıcacık bir sevgi akıyor yüreklere dost deyince an be an..Güven akıyor damarların içine..Diyor ki yüreğin: Sarar seni sevgisiyle dostun, bil bunu....ve zaman zaman hayatın taşları takıldığında ayağımıza, uzanıp da yatınca boylu boyunca şu kırık dal misali gözlerimiz dostu arar...Yok dersin, unuttu dersin. Gidersin de kalkıp viran gönlüne, bir çay demleyim dersin kendi halince...Kaşığı bulursun da şekeri bulamazsın...Bakarsın ki gelmiş dostun şeker niyetine...Onsuz bir şeyin tadı yok...Dostum dedikleriniz...Hiç ummadığınız anda yanınızda bitiveren bir yağmur bulutu gibidir...O döker içini, siz dinlersiniz; siz söylersiniz, o savrulur ve nihayetsiz bir limanın yolcuları olan bu garip gönüller, bu teselli ile ummana bakıp dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler diler.

Serap ÖZALTUN
2.5.2006

BİR ADAM VE İKİ KADIN

Sarıp sarmalanan bir sevgiydi bu. Duyduğu diğer aşklardan hiç de farklı değildi.Tüm sevda öykülerinden bir esinti vardı sanki onun kıvrak zekasında, içten gülüşünde, arzulu gözlerinde. Elini tuttuğunda canı giderdi. 'Al' dedi bir gün, 'Al ömrümü...ver ömrünü. Gel birlikte ak pak olalım, geçsin yıllar.' Nasıl da çabucak karar vermişlerdi. İşte bir evdelerdi. Kapattıkları kapının içinde sevgi ışığı vardı. Savuruyordu mutluluk onları birbirlerine. Ne kadar zaman geçti, ne oldu...Daha kucaklarında bebecikken ikinci yavruları, neden soğudular birbirlerinden bilemediler. Bir buz dağı girdi sanki aralarına. Ne iki yavrunun sevgi dolu gözleri, ne adamın ümitle kadına bakışı tutamadı kadını o evde...Gitti kadın, ardına bakmadan. Yıkıntıları ezerek, bir damla gözyaşı dökmeden gitti. Bomboştu duvarlar. Soğudu oda. Yalnızlık sardı bedeni. Tırmandı soluk. Tiz çığlıkları çocukların, birbirine karıştı...Olmadı. Süremedi bu yalnızlık. Gitti ardından...Uzaklıkları aşarak. Elini tuttu yüreğindeki sevginin sıcaklığıyla. 'Dön' dedi, 'Gene bir olalım. İki kara göz bekler yuvada seni.' 'Olmaz' dedi kadın, bunaldığını diyerek. Küçük kasabanın boğucu havasından kopmanın verdiği rahatlıkla, kentin sokaklarını adımlarken. 'Olmaz.' dedi. 'Dönemem. Sen gel.' dedi. Adam, bağlılıktan söz etti; 'Anam var, bırakamam' dedi. Olmadı, bir olamadılar. Döndü yıkık omuzları ile adam, yuvam diyemediği eve. Duvarlar ağladı acısına. Çocuklar anlamsızca bekliyorlardı anneyi ve bir anne buldu onlara: gül yüzlü, ipek saçlı, sevecen....Bir de kardeş deyip saracakları canları oldu. Hayat akıp gitti kendince. Çocuklar, ' iki annemiz var bizim' diyorlardı yeni gelen annelerine sevgiyle sarılarak. Otobüsteki adam da duydu çocuğun bu sözünü, erkek çocuk yanındaki kadına derken:' İki annem var benim. Bu annem, üvey. Yanındaki de kız kardeşim. Öbürü de onun çocuğu, aslında o da kardeşim. Biz, her hafta sonu annemizin yanına gidiyoruz. Bu annem,götürüyor bizi anneme. Biz annemde kalıyoruız. Sonra bizi alıp geri getiriyor annem, evimize.' Annem, derken çocuk eliyle ön koltuktaki kadını gösteriyordu sevgiyle. Adamın kafası allak bullaktı. Bu, nasıl bir işti? Annelik neydi? Anne olmak neydi? Otobüs köşede durdu. Sarı saçlı, kısa boylu bir kadın bekliyordu; gözlerinde sevgiyle. Çocukları ellerinden tutup indirdi anneleri, öpüştü iki kadın ve yeni anneleri; çocuklara sarılarak 'Yarın beşte alırım, altı otobüsü ile döneriz. Çocuklarıma iyi bak. 'dedi. Çocuklar, annelerine sarılıp giderlerken kadın, otobüse geri döndü, oğluna sarıldı sevgiyle ve el salladı yavrularıyla annelerine.


Serap ÖZALTUN
29.4.2006


Akademi Dergisi.Sayı 3 Mart 2006

VEFASIZLIK YAKIŞMADI SANA

Böylesi yakın ve böylesi uzak olmak...ne zormuş bir tanem. Hiç düşündün mü, yüreğinde kol gezen yüreğin senden haber beklerken nice yandığını ve hiç sızladı mı için ne yapar ki şimdi diye? Yok diyorsa yüreğin ne denir ki can...Ne denir ki anılar denizinin dibine gömülene...Koskoca bir hiç! Oysası yok, keşkesi bitmez. Yok olan kar taneleri geri gelmez ki! Bilir misin bir tanem, yüreğime bir serçe kanadıyla konduğunda içimi nasıl hoplattığını? Yürek yangınının alevini görmeyene kim gösterebilir ki o şuleyi? Bitmez bu sevda türküsü can, bitmez. Gönül bir kez kör olduysa, açmaz gözlerini ki görsün hüsranı. Hani düşler kurmuştum da gülmüştün bana. Bazen deli sevdalara doluyor da şu pervasız yüreğim, geliversem yanına diyor...Sonra büküyor boynunu suçlu bir çocuk gibi...Sen, hiç denizin ortasında tek başına kaldın mı yar? O yalnızlığı hissettin mi? Hissetme! İlikleri titriyor insanın...Kanı donuyor. Öyle bitimsiz bir acı ki o yalnızlık, tüketiyor insanı. Sen yalnız kalma can, sen daralma. Sevda kuşları gönderiyorum sana, camını tıklatsın. Bak desin, hani geçende budadığın güle adını vermiştin ya...O yar yolladı beni, bir bak da gel ne dedi: Nasıldır, nicedir...sor dedi. Geç mi yatar geceleri, çok mu içer sigarayı...Gene güldü mü gözlerinin içi güler mi...Bak,dedi.Elini yüreğine koysun dedi, gönlü ne diliyorsa yapsın dedi. Şaşırma...Kızma bana. Umut atının terkisine binmiş değilim ki ben. Beklentisiz sevginin fermanını astım boynuma...Giderim yoluma...Gelsen de bendesin, gelmesen de.

Serap ÖZALTUN
25.4.2006

SIĞINDIM YÜREĞİNE

Bir altın tas içinde bir tas su olsan...ölsem susuzluktan...kana kana içerdim o suyu...yok olacağını bilsem de...Gel,bende yok ol; içeyim kana kana seni.... Nerdesin? ...Hangi bulutun altındadır o has yüreğin? ...Bilir misin azığım sensin, merhemim sen...Ayrılık değil, karanlık korkutuyor yüreğimi...çünkü artık ayrılık diye bir şey yok...Sığındım yüreğine...sarıldım sevgine...Senden gelir ilhamların en güzeli bana...Karanlıkların bilinmezliğindendir bu iç sızım...Sen..hep ol canım..O sıcacık sevginle umut saç geçmişten geleceğe tüm ömrüme...Aşk denen büyünün sıcaklığında yanıp kavrulsa da ruhum, varlığının verdiği ferahlık içime bahar çiçeklerini dolduruyor. Yalnızlığın yalnızlığım, gözyaşın gözyaşım, yüreğin yüreğim oldu bir tanem.

Serap ÖZALTUN
20.4.2006

UNUTAMAZ

Ölmez 'sevda' dediğiniz, Beden var oldukça. Kalp atmaya devam ettikçe, Unutamaz sevdalılar. Bazen kelimelerin yardımına ihtiyaç duyuyor insan...sığınıyor sanki onların gölgesine, anlatmak istediklerini anlatamamanın acziyle ya da bazen saatten medet umuyor insan...kovalamak istiyor akrebi...hızlansın diye..işte böyle...diyeceğim o ki çok bir zaman geçmedi yüreğine yerleşeli..demem o ki..sen mi bildin önce beni yüreğinde..ben mi seni..bunun önemi yok...bildiğim sadece benim için apayrı bir anlamının olduğu...varlığının..adının..sesinin..soluğunun.. biliyor musun yar..ben beklentisiz sevdalara yel oldum...bir saza tel oldum..senin sazına..seni çalar, seni söyler yüreğim...senden gelen bir ufacık fısıltıya kulak kabartır da deli gönlüm...siner köşesine sessizce...yaramaz bir çocuk gibi...korku değil de...bilmem ki ne... gel seninle şu uçurtmanın uçuna tutunalım...gidelim öyle..ip kopuncaya dek...sonrası yok...ardına bakmak yok...o an..sadece o an..tutup soluğumuzu...tutuşup el ele...o anın tadını çıkaralım...hadi...gel..ver ellerini... hayat ne getirdi..ne götürdü bizden bilmiyorum..bildiğim...sadece ve sadece gözlerindeki yalnızlık..ve sen bir tanem...yalnızlığıma can oldun...bilir miyim ki nedir yüreğindeki yerim..bilemem..bilinmez ki...o dipsiz kuyuya inilmez ki..sen de inme..kıyamam...incinirsin üzülürüm...sen...yaşamımın en güzel varlığı...hayatımda düşünmeden ardına takıldığım tek yürek...dilerim ve isterim ki...o güzel gözlerin benli ya da bensiz hep gülsün...hadi sabah oldu...uyan artık bir tanem.....gün..yüzünü gösterdi insanlara...bu dünyaya iki güneş fazla...ya sen kalk...ya o batsın...

Serap ÖZALTUN
15.4.2006

DUYUYOR MUSUN YÜREĞİNİ?

Ölmek...ya da yaşamak...Aralarındaki çizgi ne...Yaşadıkça hissedilenler, yaşananlar bir kenara konduğunda bazen yaşamak galip geliyor. Her şeye rağmen yaşamayı becerebilmek...Sonsuzluğun ormanına savrulup gitmek isterken yürek, geri gel deyip de onu çeken gene aynı yürek...Yaşamak bir yük mü...bir görev mi...istek dışı öylesine savrulmak mı...Amacım ne diyemeden akıntıya kapılmak mı, yoksa akıntıya kürek çekmek mi inadına...bir tutarı olmalı hayatın...Bir kelebek bile ağırlığının üstünde yük taşıyamazken nedir bu insanın taşıdığı yük? ....Omuzları ne kadar büyük insanın...ya da yüreği ne kadar geniş...Elleri kadar dayanıklı mı yüreği de...Bunca soru içinde kıvrılmış insanoğlu ana rahmindeki gibi...Çaresiz mi, hayır...Gücü ne...kimden alır gücünü..Belki de attığı her adımda yüreğinden vücuduna dağılan kan gibi enerjisini de yayıyor hayatına ve daralıp bunaldığında gene kendi, kendine el uzatıyor. Dışardan gelen güçle değil, özündekinde ara hayat ırmağının coşkusunu....Bir sevgi bağında üzümler der...koruksa...bekle olgunlaşsın..ama bil ki...senin gözlerindeki ışıktır hayatı aydınlatan...Kaynağından gelir özsu...Unutma... yumruğun kadardır gücün diye korkma, o yumruğun içindeki azimdir önemli olan...Yaşamak...zoru başarmak...bu olsa gerek.

Serap ÖZALTUN
12.4.2006

AŞKIN ÖLÜMÜ

Birdenbire ağaran saçlarını tel tel ayırdı parmaklarıyla. Umarsızca baktı aynaya.Neden, bile diyemedi.Öylece kabullenmişti yaşamı. Yıkıntılar arasından sürünerek çıksa da yıkamamıştı hayat düşlerini,kırılmamıştı hala güzelliklerin yaşadığına olan inancı. Ver demişti yüreği ona, ver sevgi adına her ne varsa. Tükensen de ezilsen de sevdim dediysen ver.Ağlatsa da, sırt çevirse de sev.Yüreğinde sevgi ağacının tomurcukları yeşerdiğinde öyle kıpır kıpırdı ki içi ve sevgi,içinde dal budak sardığında öyle muhteşem duygular yaşadı ki benliği...Her uzvu onunla can oldu, yaşadı. Gözleri,elleri,ayakları, hele yüreği...Bir yürekte can olmak.Bir gökkuşağı süresince de olsa, ne güzeldi. Camdaki buğuya çizilen resim kadardı aşkın alevi. Yok olan buğunun ardından kalan ise sevgisiydi. Aşk, uçup gitmişti yürekten, geriye kalan ise anıların kucağına oturmuş, özleme sarılmış koskoca bir sevgiydi. Ne güzeldi ki, sevgi ölmüyordu.

Serap ÖZALTUN
9.4.2006

YÜREĞİN DEHLİZLERİNDE

Şu sonsuz karanlığı ben gibi kim hissedebilir ki? Boy boy salınan umut tohumları nasıl ta dibinden koparılır, kim anlar ki? Yeminlerle başlayan sevdaların kökünü kim kazıyabilir ki? Yok, bin kez daha söylüyorum ki yok. Güven denen limanda demirlemek yok. Savrulup gitmeli.Varsın kimse bulmasın yüreğini. Varsın o kara gözlerin için türküler yakılmasın... Bomboş, bomboş her yer:sessiz. Sessiz bir çığlık atılıyor yüreğin dehlizlerinde.Yıllara inat hala sevgisiz, ağaran saçlara inat hala buruk ve altı morarmış gözlerde gülemeyen mimikler. Sevgi mi? Güldürme hayat.Sevgiyi alıp astım bir elek gibi duvara. Fırat’ın sularını taşıdım o elekle şu vahaya da...Toprak doymadı suya.Çatlayan toprak mıydı, kuruyan yürek miydi, bilemedim. Bildiğim, sevgi adına atılan adımlar, çelme oldu can.İlikler titredi sevgisizlikten. Kimsin sen ey ses? Sen...hangi yüreğin ağıdısın? Sus! Sus ey dilsiz umut! Sus da bileyim kim ne der. Sus ki uçurumun başında biten kır çiçeğinin ağıdını duyayım... Evren, yüreğin kıvrımlarındaki açlığı görmez mi? Duymaz mı 'Can... can! ' diye haykıran, şu kanayan yarayı? Sağırlık...Hışırdayan yaprağın ağıdı mıydı şu ıssızlıkta duyulan? Git! Git ta öteye yeniden dinle.Ağlayan kim, gülen kim? Ağlattığını bilmeden gülen kim? Nedir ki oysa ağlamak? Yüreğin içine dökülen gözyaşlarında boğulup gittin ey yar...Yar olmaktan kurtuldun, eridin.Belki de köz oldun.Ver saçlarını şimdi rüzgara.Çık şu dağın yamacına, haykır 'Kurtuldum.' diye. Mümkün mü, kurtulabilir misin? Sen varsın içinde dev gibi: sen! O gitse, şu gitse...Sen kalırsın içinde, sen! Başından sonuna dek adım adım takip eder yüreğini her soluk alıp verişinde.Bırakıp gitse de ölümsüz sandığın sevdalar seni, al kana bulanmış yüreğinle sen, kendine iyi bak. Bil ki gitse de yüreğim dediğin, göndersen de kıvrılan yollarından hayatın, ürkek ve korkak bakışlarıyla yeni doğan bir bebek gibi...Sen hep içinde var olacaksın. Gidenlerin ardından ağlayarak yeniden doğacaksın ve bileceksin ki her tükeniş, bir doğumdur. Gidişlerin çığlığındadır, gelişlerin hoşluğu. Bu hengamede, zifiri karanlıkta sakın çığlığın ardını arama! Bir cana hasret, bir soluğa hasret bak gökteki yıldız; sana göz kırpar, gördün mü? Budur hayat.Kıvrılmışken dört büklüm, elinde al kanlar içinde yüreğin...Başını kaldırırken bak, şu gülümseyen yüzün dudaklarındaki kıvrımlarında saklıdır hayatın gizi...

Serap ÖZALTUN
8.2.2006

YÜREĞİNİN MÜZİĞİ BENDE KALDI

Bir bulut olsam da yağsam üstüne.... Akan her damlamda kansam sevgine... Daralan yüreğim salsam üstüne Sever misin ey yar, aç yüreğini.… Bana yalnızlığını anlat. Gönlünün 'tek' oluşunu anlat. Nasıl ağlar insan yüreğinde, nasıl dalar gider kimsesizliğinde. Hadi, gözlerimde bulduğun kendini dile getir. De ki: Sensin içimdeki yalnızlık. Elimdeki gül dile geldi, denize attığım taş güldü, gökyüzündeki yıldız göz kırptı ' Kim yalnız değil ki! ' dercesine. Işığa baktım, sen! Güneşe baktım, yüreğin! Sen, içindeki yalnızlığınla yalnızlığıma saklandın. İyi ki varsın.

Serap ÖZALTUN
5.2.2006

CAN İÇRE CANA- 2

Sevmek ne ki...Can olmak bir cana ne ki...Dokunmadan, sarılamadan sımsıkı, omzuna yaslanıp ağlayamadan, birlikte yaşlanamadan sevmek ne ki...Bırakıp da gitmek bedeni, sevdayı öksüz bırakmak ne ki..Canımsın diyemeden gayri bir cana, yaşamak ne ki...Gelmeyeceğini, duymayacağını bile bile yaşamak ne ki...Duymayan kulağa şarkılar söyleyememek ne ki.. Kabardı yürek...coştu dalgalar... Rüyalar da yetmedi duyguları coşturmaya...Dalıp gitti..Nerde, napar? Güneş ona da verir ışığını, rüzgar onu da savurur mu ben gibi? Sonsuz bir acı bu...Sonsuz...Bitmeyen, tükenmeyecek olan...ve bedenle toprağa sarılan...suskun bir acı... Bu, sevmektir. Şu taş, sevemez ki...Şu cam hissedemez ki... Şu kumaş saramaz ki sevdayı...Olsun...Sevmek, hissetmekse, şu kelimeler de cansız. Sen olur bazen de gelir bir kumru gibi sığınır kalemime...can olur benimle..yar olur bana...Ses verir sana yüreğimden... Duy beni ey sevilen...Duy ki anla,sevdan bende kalmıştır. Duy beni...ve bil ki erişilmez tek şey gönüldür. Gönül denen ummanda salın da gez ey yar boylu boyunca.

Serap ÖZALTUN
27.1.2006

EY YAR, SEN OLMUŞUM BEN!

ey yar... seninle hasbıhal etmekten uzak kalan bu gönlü sildiğini bildiğim halde nedir bendeki bu hüzün bilmem..dağların doruklarından baktım da dün gece yarısı,sana doğru esen meltemin sesinden başka ses duyamadım...gönlünün ince sızısını hissettim de ses veremedim..bildim ki ey yar...bensizlik çökmüş omuzlarına ve bildim ki ey yar, yüreğin ağlar çaresizlikten...öten her bülbülün çığlığında biz varız ey yar...bildim ki gidişin sebepsiz değildir..bildim ki bu sevdadan korkmuştur yüreğin ve güldüm ey yar...dudaklarımı büküp de hayata...gönüller bunca sarmışken birbirini...gönlün sahibi bile koparamaz gayri yüreklerin ellerini... boş ver yüreğim...boş ver..sen savrul kendi denizinde..dalgan bulur beni..sen es kendi seherinde, alevin şavkı vurur tenime...gül cemalini görmese de gözlerim..gördüğü andır ona can veren...hoş sözlerine hasret olsa da kulaklarım...bilirim düşüncenden geçeni..seni sana bırakmışım da gelmişim kendi dağımın yamacına..ne beklerim gel diye...ne bekle gelirim diye..sensizliğin çukuruna gömsen de beni..çukuru kazan sensin diye sevinir de girerim sonsuzluk dehlizine... sen olmuşum ben...görmez misin?

Serap ÖZALTUN
2.1.2006

SUS YÜREĞİM

uzakların türküsü var dilimde can...seni söyler dilim..seni özler yüreğim..kara toprağa eş olan sevdaların yanına koydum yüreğimi..düştüm kaf dağından öteye...kocaman dalgaları aştım da şu minik ırmak korkuttu beni...yıkıl dedi sanki bana...yıkılmadım...verdiğin güçtü belki de beni ayakta tutan...sonra can, üstüm başım paramparça çıktım da o yangından acımadan kalbim... bir kibrit şulesi acıttı içimi…sevda ne büyük bir dağ ki şahin kanadıyla bile erişemem doruğuna…tam kondum derken kaybolurum sisler bulutunun içinde…ve bir de bakarım ki doruk çok uzakta…ben artık başımı aldım ellerimin arasına.. dedim ki sus yüreğim artık sus…ve giyin bembeyaz giysini…tut gideceğin yolu…bilirim ki sen ordasın…

Serap ÖZALTUN
18.12.2005

VAR, BİLDİĞİNİ YAP

Nicedir yüreğinin sesinde kaybolmayı diledim de savruldum kaldım ayak uçlarında yar...Nasılsın nicesin...bilmem...İyi misin hoş musun bilmem... Yoruldu yüreğim sensizlikte...sustum...Bir yolculukta mı karşılaştık seninle...bir zaman yolculuğunda...Bırak be yar...Hayata dair bana bir şey deme artık....İnsanla ilgili umut yükleme bana...Bildim ki...insan denen varlık ikilemlerin ortasında bir bileylenmiş bıçak...çaresizliğin kınını çıkarınca daha bir acıyor yüreği...Kanasa da yürek...sevse de gönül...taş bağırlı dağlara inat sırtını dönüyorsa seven...ben gayri hayata gülmem....Duydun mu sen de ağlayan bebelerin sesini...Sanki neden geldim der gibi ağlar...dünya denen limana...Gel...sen kaptan ol...ben miço...Sana halat vereyim...Olmaz demesen de gözlerin verir cevabını...Suskunluğundan güzel cevap var mı ki...Ben de sustum yar...Sustum ve al kanlar içindeki yüreğimi getirip kapının önüne koydum...Var, bildiğini yap.


Serap ÖZALTUN
8.12.2005

ANILARDA KALAN BAYRAMLAR

Hoşgörü...Sadece hoşgörü...ve anlayışın gölgesinde bütünleşmek...Belki de budur bayramın güzelliği..Eskilerde oruç bitiminde oruçlunun hakkıydı Ramazan Bayramı...Şimdi ise Şeker Bayramı olarak da anılıyor...Hani kurbana et bayramı derdik ya çocukken...Ramazanın da adı şeker bayramı oldu çıktı...Yıllar aldı bizi nerelere getirdi..Geceleri annem ve babamın sinide yiyip içtiklerini gördüğümüzde ne yemişler diye bakardık...Uyur uyanık yatarken çocukluğumun sıcacık babaocağında...Annemin okuduğu Kuran sesi sanki hala kulaklarımda...Sonraları biz de büyüdük..Sahura kalkmak istiyoruz diye diye...annemin bizi kaldırması...Biz kadınların(!) sahur sofrasını hazırlaması...Davulcunun bugünkü gibi kamyonetin arkasından jet hızıyla geçmeyip maniler okuduğu geceler...Sahur sofrasında uyur uyanık, ne yediğini bilmeden yatmadan önce kızaran ve sofra bezine sarılıp buğusuyla yumuşayan sigara böreğinin tadı hala damağımda...Babam..sevgili babam-nur içinde yatsın-, ille hoşaf isterdi..Annem onun için kaysı hoşafı yapardı...Yenilenleri kaldırıp onlar abdest alırken baktığımız, seccadenin ucunda onlarla namaz kılmaya çalışmamız daha dün gibi..Televizyon yoktu ya o yıllar radyodan kabedeki ezanı dinlerdik....Ramazan bayramında siz oruç tuttunuz diye ayrıca özel bir hediye alırdı annemler ve karınca kararınca mutlaka yeni bir şey almaya çalışırlardı bir maaş, dört çocuk ve kira evine rağmen...Bayram sabahından önce haydi arife suyuna deyip annemin saçlarımızın dibini kazırcasına yıkayışı, sabun kokan çamaşırları giymemiz...Sabahı heyecanla bekleyişimiz..Odamızdaki divanın üstüne bayramlıklarımızı dizişimiz...ve babamın sabah,gece bayramlıklarınızı alıp götürmüşler diye bizi öpüp uyandırması...Abim ve babam namaza gidince hemen yatakları toplayıp kahvaltıyı hazırlamamız ve mutlaka o annemin özel böreğinin olduğu bayram kahvaltısını hazırlamamız...Cami kalabalıksa diye koltuğunun altına gazete alıp seccadesini ona seren babamın, camiden gelirken mutlaka sıcak bir ekmek almasını hiç unutmuyorum..En küçücüğümüz bile kahvaltı sofrasındaydı bayram sabahı...ve içimizde bir heyecan..Hadi artık derdik..bitsin bu kahvaltı da bayramlaşmaya geçelim...ve sofrayı kaldırır kaldırmaz salonda toplanırdık...Annem, babamın elini öper onun yanındaki koltuğa otururdu..abim de onların elini öpüp yanlarına..Elinin içinde sıkı sıkı tuttuğu harçlığı vardı..ve ben hepsinin elini öpüp harçlığımı aldığımda büyük bir gururla koltuktaki yerimi alırdım..çünkü ikiz kardeşlerim de benim elimi öpecekti..Ah...yıllar..nerelere savurdun bizi..Şimdi biz anne olduk..baba olduk..ve bayramlarda birbirimize hasret olduk...Serap olmasın bayramlarımız...Anılarında güzellikler yaşatalım çocuklarımıza...ve geriye dönüp baktıklarında sevgi ile ansınlar bayramları..

Serap ÖZALTUN
1.11.2005

HANGİSİ GERÇEK?

Sevda...koskoca bir düş! İnsan isteyince bir şey olmuyormuş, bildim...Ve..artık şuna inandım ki, kendini arıyor insanoğlu sevdiğinin yüreğinde..Bir ayna tutuyor o yüreğe ve kendi gibi olsun istiyor.Aynalar kırık yar...Bak, ne çok oldu suretim...Hadi bul kendini bende..Yok...Her yürek bir ömür...ve her ömür bir dehliz...Kim bilir...o dehlizlerde rastlaşır mıyız bir daha? Bilemem...Bildiğim sadece aşkın büyüsünün tez geçtiği ve mıknatısın kutuplarının çok çabuk yön değiştirdiği...Bildim ki insan, kendine bile yabancıyken bir başka yürekte barınamıyormuş.Anladım ki bencillik sararsa yürekleri, sağır olurmuş kulaklar. Hissettim ki soğursa yürek, geri gidermiş ayaklar...Yüreğim ağladı...Ağladı da sustum yar...Dileklerimin en güzelini altın tas içinde sana sunarken en altta kalbim de olsa, kanma...Yüreğim değildir o...Sadece bir surettir...Çünkü yüreğim senin ellerinde öldü...Bak avuçlarına...Gördün mü...duyarsızlığı sarmış sarmalamışsın yüreğime ve boğmuşsun onu...De bana, hangisi gerçek?

Serap ÖZALTUN
25.10.2005

YÜREĞİNİ TEMİZLE

Ey nefis! Sabrın ile öfkenin arasında tutuşup yanma. Bil ki sabır,yüreğinde gölge veren bir ağaç oldukça öfken, onun yanında unutulmaya yüz tutacaktır. Hırsını dizginlemeyi öğrenemediğin sürece daha çok gözyaşı dökeceksin. Dönüp de geri baktığında attığın adımlara, gözü dönmüşlüğün ıstırabı ile hıçkırıklarını görmek istemiyorsan yüreğini temizle. Ey kalp! Yok edemedin mi hâlâ elinle uzattığını almayan insanların gözlerindeki kini? Demek ki çözüm,vermekte değil; önce kalpler kaynaşmalı gözler buluşmalı sevgi ile. Eller,uzatılanı sevgi tasında sunulunca alırmış. Sırtındaki yükten öfleyen insan! Bilir misin, o yük senin sınavındır. Her of deyişinde sana daha ağır gelir yükün. Bak,senden daha nice yük taşıyan insanın yüzüne. Sabır, çiçek açmış; tahammül, ödülünü vermiş. De ki bana bu sınavı geçmek istiyorum; deyim sana:YÜREĞİNİ TEMİZLE!



Serap ÖZALTUN
18.8.2005

Anadolum Dergisi, Sayı 18,Şubat 2006-

KİM BİLE?

Bilinmezliklerin denizinde savrulurken yürekler,gözler kal deyip yürekler git diyorsa...öyle büyüktür ki yüreğin yarası...kimse çözemez bu kör düğümü...Gitme, demek de kolay değilken ne zordur yüreğin işi...Hayat...Acımasızlığını her safhasında gösterirken insana an be an, sadece güler yüzle bakabilirsek onu yeneriz...Kim bilir...Hayatın gücüne karşı sevgi ve hoşgörü...Dayanabilir mi yürek...Kim bile?

Serap ÖZALTUN
29.6.2005

YAŞAMIN ÖZÜ KİMDE?

Hayatın anlamı nedir? Kendimizi hayatın neresine koyup da yaşamaya çalışıyoruz? Güzelliklerin tadına varmak uğruna savrulurken birilerini mutlu etme telaşında kendimizi bulamıyoruz yerdeki hazan yapraklarının arasında. Ne istemiştim yıllar önce kendi adıma ya da ne istiyorum şimdilerde kendim için? Artık anlamı ya da önemi var mı? Ne derseniz deyin, ne yaparsanız yapın suyun akışını değiştirmek mümkün değil.Sadece kaybetmeyi öğreniyoruz ve bu yenilgilerden ders alıyoruz, güç depoluyoruz ve yeni yenilgileri güler yüzle karşılamaya çalışıyoruz.Neden mi? Çünkü yaşamak, sonsuz bir orman...Her ağaç, bir kır çiçeğini saklıyor gölgesinde.Tökezlediğimiz her taşın altında bir minicik uçuç böceği size bakıyor merakla ve hiç bitmiyor bu döngü.Görmek, anlamak ve sevmek...Budur yaşamın özü. Her nerede ve kiminle yaşarsak yaşayalım, içimizdeki umut kıvılcımını hep ama hep canlı tutabilmeliyiz.Gülen gözlerimizin ardındaki ruhumuzun buna ihtiyacı var ve bizim sevincimizden etkilenecek nice canlar var.

Serap ÖZALTUN
25.5.2005

SEVGİSİZ KALMA

Aslında bir merhaba demek istiyordum sana ama sandım ki yokum gönül bahçende...Adressiz mektuplar gibi kalmasın ortada satırlarım dedim, yazmadım. İyi misin, yüreğin hoş mudur...Bilmem...Bilemediğim daha milyonlarca sorunun cevabı var ama gene de sormayacağım. Alınganlık değil, inan değil. Kolum kanadım kırılıyor böyle bazı bazı sen düşünce yadıma da büküyorum boynumu... Rahatın yerindedir umarım. Sadece seni özlemenin ve çok, pek çok sevmenin yetmediğini anlamak, dalımı kırdı da diyemedim. Gözlerindeki beni göremedim sandım da, gene kendime kızdım... Neden ki canım? ...Uzakları yakın etmişken, bunca sevmişken bu burukluk neden ki? ... Gecenin sessizliği sardı gönülleri. Uyku aldı bedenleri ve ben, gece bekçin; bıkmadan, yorulmadan dizelere sarılıyorum sarmaşık misali. Uyur musun şimdi? Hadi uyu. Gün ağardığında da böyle güzel uyu...Sevsin seni tüm evren ve sen hiç ama hiç sevgisiz kalma.





Serap ÖZALTUN
15.4.2005

CAN İÇRE CANA-1

Merhaba can, Sana bu seslenişim, yokluğunun izine inat, sanki ilk mektubum...Yüreğin nasıl bilmiyorum...ama sen nedensiz bir şekilde hep benle oldun, bende oldun. Git dedim de gidemedin, gideyim dedim de gidemedim. Sorunları aşamadığımızda çareyi yok oluşlarda aradık zaman zaman, ama bir şey hep dur, dedi bize ve durduk. Bimem ki durmasa mıydık, bilmem ki gönderip özgür mü bıraksaydık içimizdeki akgüvercini...bilemiyorum... Şimdi depreşip dururken anılar, tökezlerken hayat yolunda -ne garip- biz tutuyoruz birbirimizin elini. Başımı kaldırıp baktığımda gördüğüm gözlerde acıma mı var diyorum ve bulduğum bir bilinmezlik...bulamadım...neden hala birlikteyiz, bulamadım...sevgi ormanında savruldum kaldım, çıkmazdayım...öfke dağının altında ezildim, kahroldum...kin tohumunu ekmek istemedim,ama ezildim..hoşgörü ile yoğruldum ama tükendim.. Etme be gülüm...de bana...de ki bileyim bu yolun çıkışı nerde...ne seninle oluyor ne sensiz.yokluğun mu daha az acı verecek bana, varlığın mı...bunun cevabında gizli olsa çözüm...cevabı bulurum belki..ama yok..yok canım..aynı gözlüğü takamadık, takamazdık da...değişmeden bir de olamadık..yani biz olamadık.. insan, savrulan kar taneciklerine baksa, bilir ki bunlardan biri, işte şu en gerideki kendisi...ama insan, kendi düşüşünü, yok oluşunu görmeye dayanamıyor..ben de yok oluyorum...damla damla eriyor içim..yaşama sevincimle birlikte, umudum, ışığım, özlemim...her şeyim yok oldu sanki..ve sen canım, sen yok olma..bana bunları yaşatsan da yok olma...neden mi...bilmem ki... sana yazdığım bu mektubumu nasıl bitireceğimi bilemiyorum...içimde taptaze bir şey olsa, onu sana armağan ederdim..ama yok...sağlıcakla kal, Rabbim korusun seni. ............... hani bir rüzgar eser savurur insanı dağ bayır öteye... sen varsın ama... yokların gölgesinde yok olmaktasın... nedir ki diyeceğim ama... demeden de anlıyorum zaman... gitmek zamanıdır... zaman ötelenmek zamanıdır. bilmeyen bile anlar... hele yüreğinde bir can diyen, hepten anlar istenmezliği... tutku değil, yürek yakınlığıdır yürekleri harlatan... bil bunu.

Serap ÖZALTUN
4.4.2005

SÖYLEŞİ

Kaybetmeyi öğrenmek... Sanırım bunca yılın verdiği olgunlukla ağaran saçlarım öğrendi de bir gün o güzelim rengini kaybedeceğini,ben öğrenemedim yitişlerdeki anlamsızlığı. Gerçeğin bazen bir balçığın içindeki zümrüt olduğuna inansam da, güzel sözlerin verilen armağanlar kadar kalıcı olmadığını öğrendim. Uzanan her elin, düşüncemdeki durulukta olmadığını öğreneli çok oldu ama gene de kendimi hırpaladım bunca yıldır yanıldın, diye de gene yanıldım, kendimle çeliştim. İnsan denen varlığın yüreğindeki duygular mı davranışlarına şekil veriyor, davranışlar mı onu çekiyor bir yerlere; sanırım bu dünyadan gitmeden bunun cevabını öğrenirim. Seven, sevilen, kavuşan, ayrılan, tükenen, yıpranan ama bir damla ışığı görünce düşen omuzlarını kaldıran insan, söyle bana umut ne ki, anlat bana sözler niye verilir ki, söyle bana insan niye yalnızlığında kendine sarılır ki...Upuzun bir ömür nedir ki...Bazen dolu dolu geçen kısa bir yaşama yılların sevgisini doldurur insan, bazen bükülse de beller, hala yaşayamadım der gönüller...Bir yüreğin içine kaç sevgi sığar, hiç düşünemem...Düşünmek istediğimde sayamam...Ne güzel sayamamak sevgiyi, ne güzel yitirmemek iç huzurunu... Kaybedilenin ardından gözyaşı dökerken, yine de ne mutlu ki onu tanıdım, diyebilmek ve kaybetmeyi de öğrenmek ne güzel!

Serap ÖZALTUN
16.3.2005

UZAKTA KALANLAR

Ben köy kızı değilim...Köyü resimlerde gördüm çocukken ya da yolculuklarda yol boylarından görebildiğimce... Ne zaman ki evlendim, ayağım köy toprağına değdi...O zaman anladım köyün dumanlı havasının tadını... Eşimin memleketine (Anamur- Güneybahşiş) gittiğimizde köyü terk edeli çok olduğunu söyledi..Ben ısrar ettim..adeta tırmandık köy yolunu...Aslında ilerlerde bir yerlerde araba yolu da varmış ama, o an işte şurası benim doğduğum ev, dediğinde...hemen varıvermek istedim o eve...Ter içinde yukarı çıktığımda gördüğüm manzara öyle güzeldi ve güzel olduğu kadar da hüzün vericiydi ki...Tabiatın ortasında, cennet misali bir güzellik gel hele hoş geldin, der gibiydi...ama o viran evin kapısını -gıcırdayan kapısını- açtığımızdaki terkedilmişlik, yaşanmışlıklardan izler,elimizde olmadan hepimizin gözlerini yaşarttı. Şurada ben yatardım, şurada mum ışığında oturur çalışırdım derken bulutlanan gözler saklayamamıştı özlemi....Silinip giden,gözyaşları oldu; anılar kaldı yüreklerde...Oradan ayrılırken düşler kurmuştuk, gene gelelim diye...olmadı..Yirmi yıla yaklaştı, bir daha bu derece yakın olamadık o eve ama köyün başka evlerine uğradık arabayla geçerken...Güler yüzlü, misafirperver yörüklerin ayranlarını içtik, aşlarına ortak olduk...Bu güzellikleri unutmadan yaşamalıyız yerimizde, yurdumuzda...Sağlıcakla kalınız.


Serap ÖZALTUN
7.3.2005

SEN GELMEDİN

Karardı evren ve yok oldu gün ışığı... Dönüp de gitmek ve bir an kalmak isterdim o durakta....ama yok...gidemem ki... Biliyor musun...insan sözüyle bilinirmiş... Sen benim sözünün eri insanımdın, ne oldu sana, bilemedim...Bir düşte mi yaşadım, yoksa yaşamadım mı...Gençliğimin en güzel günlerinde düşler denizinde savrulurken yüreklerimiz, ne çok severdik gelecekle ilgili günleri konuşmayı. Sen, ders aralarında bana gülümserken ben sana çay pişirirdim düşümde... Anlatılan ders kim içindi, hiç dinlemedim ki...Okul bittiğinde hiç ama hiç ayrılmama sözü vermiştik birbirimize de...Bu uğurda sımsıkı sarılmıştık birbirimize...Aynı yerde işe girdiğimiz o gün, bana dünyanın bütün çiçekleri derlenmişti sanki..Hayat...ne güzeldin...Sevmek, ne güzeldin..Bu tatlı sarhoşluğun adı mutluluk muydu...Gelinliğimle sana doğru ilerlerken ellerimdeki çiçeklerin yaprakları hiç dökülmesin istemiştim...Ne güzel kokuyorlardı...Tenin gibi...Her sabah seninle aynı çayın buğusunu paylaşmak, akşam yemeğinde seninle günün yorgunluğunu dindirmek...Buydu hayat benim için...Parasızlık hiçti, bulunurdu...Derdim parayla olmadı hiçbir zaman...Giden yıllar, giderken neyi sürüklediler ardından...bilemedim.Gözlerinin içinde kendimi bulduğum o günleri nerede bıraktım... Hatırladığım...sadece geç kaldığın geceler, sabah uyuyup benimle kalkmadığın o sabahlar...ve o kara gün...Senin en sevdiğin yemeği yapmak için alışverişe çıktığım gün durakta seni yıllar önceki pırıltıyla, o güzelim bakışlarla gördüğüm an...Keşke bana bakarken de gülseydi gözlerin, ama...baktığın, ben değildim... Gidişin habersiz oldu...Bunca sevginin ardından bir vedayı çok görürcesine.. Sanki hala bekler soframda o yemek, yüzümde gözlerinin izini bekler gözüm sanki...ama...ama sen gelmedin.

Serap ÖZALTUN
25.2.2005

SEN TAŞ OLMAYASIN

Böyle mi olacaktı, bunu da mı diyecektim? Hayatın insanı savurup bir tarafa attığına mı yanayım, omzumdaki yüklerin ağırlığına mı kızayım, yüreğimin sızısına mı bilemedim. Durup da düşünüyorum gidenleri, Ahmet Haşim'in Merdiveninin neresindeyim diye düşünüyorum. Çok mu düşünüyorum, hayır...Sorguladığım kendi yaşamım...Durup durup seni düşünüyorum, demiş ya şair, ben de durmadan, hiç durmadan seni düşünüyorum ve ciğerparem büküp de kalakalıyorum hayalinin huzurunda. Seni tanıdığım güne lanet ediyorum, diyenlere hayret ediyorum. Nasıl dili varır ki insanın sevdiğine bu sözleri demeye. Oysa ben …ben neler söylemek, neler yaşamak isterdim seninle…ve yok gülüm, yok…Bunlar hep düşler denizinde saklı…Seni, ellerimin içine hapsettim… Seni gözlerimin içine hapsettim…ve seni yüreğime sakladım…Nasılsın, nicesin şimdi… Seni, dağlara emanet ettim, seni yollara emanet ettim…Beni unutursun demedi hiç yüreğim, hiç demedi. Bildi ki yüreğim, silinmez bu sevda…Anladı ki gönlüm, unutulmaz bu sevda… Sevda bir coşkun nehir, kapılan çıkamaz kıyıya…Çıktığında…zaten sevdası bitmiştir. Yürek, yazmışsa sevilenin adını…mümkün mü unutmak…Git desen gidilmez, gel desen gelinmez bir dönemeçte kalakaldım. Gözlerimi seviyorum seni gördü diye, kulaklarımı seviyorum sesini duyurabildi diye, ayaklarımı seviyorum sana getirdi beni diye, ellerimi seviyorum sıcaklığını hissedebildi diye… Sen canım, bilirsin ki asırlardan beri sevda pınarında yıkanmamış yüreklerin taştan farkı yoktur. Sen beni unut istersen, sen beni sil yüreğinden istersen ama…sen taş olmayasın aşkım, sen taş olmayasın.

Serap ÖZALTUN
19.2.2005

SEVGİLİLER GÜNÜ MÜ?



Ey sevilen, İnanmadığım ne, biliyor musun: sevgililer gününün anlamı. Çünkü özüme girdiğin günden beri bendeyken nasıl derim ki 'Seni bugün daha çok seviyorum.'diye? Seni benimle ağlamasan da sevecek kadar, seni görmesem de hissedecek kadar, seni kalbimi paramparça etsen de affedecek kadar seviyorum. Kendine iyi bak yüreğim.
Serap ÖZALTUN
10.2.2005

BAYRAMINIZ BAYRAMIM OLSUN

Annemin okuduğu duaların sesine uyandığım günler çok uzakta kaldı, yıllar aldı getirdi beni 'annem' yaptı. Şimdi ben yaşamakta ve yaşatmaktayım bayramları. Günler öncesinden yapılan hazırlıklar iş telaşının içine sıkıştırıyor. Okuldan eve geldiğimde her gün bir eksik iş tamamlanıyor. Çocukların bayramlıkları alınıyor, o güne dek giydirilmiyor. Yaşlı komşuların kapıları çalınıp hatırları alınıyor ve yardıma ihtiyacı var mı, soruluyor. Bayramda evde yemek kokusu olmasın diye yemekler önceden pişirilip konuyor, uzaktan gelenler aç ise sadece tatlı ile gönderilmesin diye...Arife akşamına her iş bitmiş, sıra çocukların arife suyu denen banyolarında, giyilen tertemiz çamaşırlarda çocuklar soruyor neden erken yatıyoruz diye. Sabah namaz var, erken kalkmak gerek. Sabahın geceden koptuğu saatte Allah'a açılan eller, yaşlı gözlerle dua ederken; okunan yasin, giden sevenlere armağan ediliyor...Temiz ya da yeni çoraplar giyip namaza giden erkekleri, evin annesi ve kızı uğurluyor. Onlar dönene dek kahvaltı hazırlanıyor, misafirlik tabaklar süslüyor sofrayı...Bir gün de kendi ailemize özel olsun sofra, geceden pişen börek ısıtılıyor. Erkeklerin gelişi ile Allah kabul etsin sözleri ve sofrada çayın buğusunda birleşen bir aile...Sofradan kalkan,koltuktaki yerini alıyor; en büyüğün elini öpen bir küçük,onun yanındaki koltukta yerini alıyor...Yaş sırasına göre el öpen, oturuyor. Çocukların yüzü gülüyor, ellerinde harçlıklar ve geceden hazırlanan şekerlikten sunulan şekerler. Gözler saatte, hemen büyüklere gitmek istiyor çocuklar... Oysa daha yapacak işler var, kurbanın parçalanması, payların dağıtılması... En çok da pay dağıtımında mutlu çocuklar, kapılarını çaldıkları komşuların,anneleri ile muhabbetini sessizce izliyorlar... Zaman akıp giderken kurban etinin kokusu evi sarıyor ve telaş devam ediyor.. Tekrarı dileği ile...nice bayramlara milletçe el ele, gönül gönüle.





Serap ÖZALTUN
20.1.2005

SENİ SORDUM

Buğulu gözlerin derinliğinde, kar bulutunun güzelliğinde, gece mehtabın ışıltısında, gündüz hayallerin esintisinde seni aradım; seni sordum tüm evrene, herkes 'Burdaydı.' dedi... Dünyayı görüp de seni göremiyorsa bu gözlerim, gözlerime lanet olsun; tüm acıyı hoşgörüyle yoğurup güleryüzle sunan bu yüreğime lanet olsun seni hissedemiyorsa... Canımsın dediğimde bin kere sızlarken içim, senden bir haber getirmeyen rüzgara sözüm yok; belki-bir umut- selamını getirir diye. Seni seviyorum aşkım.

Serap ÖZALTUN
15.1.2005

TÜKENMİŞLİK

Sevgi kıvılcımları sarınca yüreğini bilemedi kimim, neredeyim,neden diye ve bıraktı kendini akıntıya pervasızca...Nedensiz sevda, nedenli ayrılıklara gebe kalınca aldı ellerini başının arasına ve düşündü... Sevgim, zarar veriyorsa sana, neden varım ki ben? Bir lodos mu esti bilemedi, içi ürperdi...Yok, dedi...Olmayacak...Başka türlü olmayacak, gitmeliyim...

Serap ÖZALTUN
8.1.2005

YİTEN NEYDİ?

Duvarlara resimler yaparmış mahkumlar,
Ağaçlara isimler kazırmış aşıklar,
Kumsallarda iz bırakırmış sevenler,
Ben hiç mi iz bırakmamışım yüreğinde?


Bu sabah karar verdim onu arayacaktım. Yıllardır onu ne büyük bir sevgi ile sevdiğimi ama gururumu bırakıp da arayamadığımı söyleyecektim. Güzelim gözlerini hatırlıyorum da nasıl özlemli ayrılmıştık. Erkenden uyandım bu gün, traşımı oldum. Sigaramın dumanı hayallerime karışırken gazetemi aldım, tam okuyacakken Cem aradı, 'Aşağıdayım abi, hadi in.' dedi. Kaç gündür birlikte gidiyorduk işe. Sanki yıllardır tanışıyormuş gibi nelerimizi paylaşmamıştık. Hemen indim, yeni aldığı arabası ile beni işe bırakmak hoşuna gidiyordu. 26 yıllık memuriyetten sonra yeniden çalışmaya başlamak, zaman zaman zor geliyordu ama hayat omuzlarımızı sevmişti bir kere...inmiyordu. Sürekli konuşuyordu Cem, anlattıkları beni yormuyordu. Gençliğimin kopmuş damarlarından biri olmuştu sanki. Yarım kalan sevdamın diliydi sanki. O anlattıkça ben dalıp gidiyordum. Sonuçta bu sabah arabada gazetemi de okutturmadı. 'Abi daldın, hayrola? ' derken gerçekten benim için endişeliydi. Nasıl denir ki senin sevda coşkun, benim sönmüş derdimi depreştirdi diye. Dün sordum eski dostlara, evlenip ayrılmış dediler. Ayrılığa sevinilir mi, sevindim işte. Belki kaybolan yıllara inat birlikte paylaşılacak bir zaman dilimi yakalayabiliriz,diye düşündüm... Cem beni bıraktı, büfeden sigaramı aldım. Karşı yolda bir kadın,çocuğuna kızıyor; bir adam yolda oturmuş dileniyor; çiçekçi,çiçeklerini düzenliyor. Arabalar geçiyor hızlı hızlı, her birinde bir şarkı. Bir an 'Ben seni unutmak için sevmedim.' diyen şarkıyı Tarkan'ın ezgisi kesiyor. Karşı yolda bir çocuk, kaçan topun peşinden bana doğru koşuyor. Allahım, araba geliyor. 'Dur! ! ! ! ' Kim durdu, ne oldu...yerde yatan kim? Bu kanlar kimden akıyor? Çocuk sapasağlam, çok şükür ama neden herkes başıma toplanmış. Durun, o gazete bugünün! ...Daha okumadım, okuyamadım. Üşümedim ki ben, neden örtüyorlar üstümü? Neden?

Serap ÖZALTUN
4.1.2005

UNUTAMAM Kİ

Bir ben miyim bu acılarla kahrolan? Nedir ki yaşananlar? 'Yaşandı ve bitti.' demek, bu kadar kolay mı? Hiç mi iz kalmıyor insanlarda bazı duygulardan, unutmak bu kadar kolay mı? Lamartine, 'Göl' şiirinde ne güzel anlatmış içindeki fırtınayı! Cansızlardan - dağdan, taştan, dereden, esen rüzgardan- mı hatırlamalarını umacağız yaşanan aşkları? Elimize aldığımız bir kitabın içinden çıkan bir kuru gül ya da bir kuru yaprak, dalıp gitmemize neden oluyor. Ayrılmak, birlikte olmak kadar doğalsa; ayrılsak da arayamaz mıyız gönül dağını omuz omuza çıktığımız sevdiğimizi? Bir buket gül gönderemez miyiz ya da bir telefonla kutlayamaz mıyız -bir özel günü -eski günlerin anısına? Bunu denemeyi düşünmek bile güzel...

Serap ÖZALTUN
1.1. 2005

İLMİKLERE SARILAN SEVDA

Dokumaların ilmikleri arasında saklı kalan özlemler, her bir kilimde renk renk, nakış nakış işlenmiş de duygu olmuş, sel olmuş akmış sanki. Kilimin kenarlarındaki sulara, Fırat’ın azgın dalgalarını aşkla geçen, sevdası tükenince de azgın dalgalara karışan gencin çığlığı dolanmış sanki...Mavilikler arasında görülen yeşillerde, tutulmak istenilen umudun dallarını gördüm.Bir göbek yok bu kilimde; yol yol özlemler sıralanmış bir açılıp bir kapanan baklava dilimleriyle. Yüreğinin yangınını vermek ister gibi ala sarılan kız, nasıl da hüznünü sarılarla kahve renkleriyle sarmış. Bir uzun yol var arada, dağların arasında kıvrıla kıvrıla giden. Ya beklediği var yolların ardında ya da gidecek bir uzak yolu var. Renklerle, simgelerle anlatıyor yüreğini bilmeden ya da bilerek. “ Karlı dağların ardındasın sevdiğim Elim ermez, kolum sarmaz bil seni. Ne dizinde yatanım ben, ne saçını saranım. Gözüm görmez kolların kimi sarar sevdiğim.”(S.Hoca) Dilinde bir yürek yangını, gözünde sevdiğinin hayali. O mu kilimi dokur, kilim mi onu dokur ilmik ilmik; bilinmez. Dur hele, çök şu kilimin üzerine. Bir köpüklü kahvemizi iç. Sazını al eline, bir Ferhat’tan bir Kerem’den çal bir kere. Dağlar titresin bu sevdaların hikayesinden. İlmikler dile gelsin, desin kimler geldi kimler geçti de kavuşamadan ruh ikizlerine, yol yol oldu kilimlere can oldu.

Serap ÖZALTUN
30.12.2004

HAYATA VE CESARETE DAİR

Denizin sonsuzluğundan korktuğum anlar olur çok uzaklara açıldığımda...Neden bu korku? Sanırım,bilinmezliklerden kaynaklanıyor bu korkum diye düşünürüm. Bir an dururum; yüzmek, açılmak daha uzaklara ya da geri dönmek sahile.... Bu ikilem içinde kalırım bir an ve sonra son hız kulaç atarım gözlerimi kapatır. Ta ki yorulduğumu hissettiğim ana kadar. Sonra, sırt üstü yüzerim biraz dinlenir, göğü seyrederim. Akşam üzerinin serinliğinde güneş ne güzel, bulutlar tablo gibi. Hayatın bilinmezliği göğe resmedilmiş sanki. Bir ak güvercin olsam, varsam o bulutların yanına, baksam oradan denize, tarlaya ve kendini hiç bir şey sanıp aslında çok şey olan insana. Bu gün de yaşanıp giden günlere kaydedildi.Hayata da böyle bakıyorum; yüzmek gibi, uçmak gibi, yürümek gibi bir hedefedir yönelişimiz. Bıkmadan, yorulmadan,yeniliklere ulaşmak için, ruhumuzdaki karanlıklara ışıklar göndermek için Korku olmamalı bu hedefte, çünkü tökezlenir düşeriz. Cesaretle yaşamak gücünü çimlendirin yüreğinizde, o yeşillik size yaşama gücü verecek.

Serap ÖZALTUN
29.12.2004

İNSANA DAİR

Bir ışık...Yaşamak için bir ışık,hissetmek için bir ışık,var olduğunu anlamak için bir ışık gerek... Bu ışığı ararız bazen, ne aradığımızı bilmeden. Boş mudur yaşamımız? Hayır,ancak eksiktir.Hele ki mevsim güzse, esmişse rüzgar serin serin, yürekler gelmişle geçmişin hesabını yapmaya ve sorgulamaya başlamışsa yaşamı didik didik etmeye başlar insan. Ve bakar ki bir yerlerde bir şeyler var. Haykırmakta,ben de varım,demekte. Ne midir? Yaşanmamış tutkular, hep daha sonra diye geriye bırakılan arzular...Ve belki de hiç yaşanmayacak olanlar. Bunlarla yaşamak...Evet, zor belki ama gerçek bu. Neyi mi anlatmaya çalışıyorum? Özde insanı, insanın çaresizliğini, insanın kendine sunulmuş bir armağan olan yaşamı ne denli yaşadığını, aradığı ışığı bulunca ne yapacağını, o ışığın ardından gidecek ceareti olup olmadığını... Yaşam,yaşamakla yükümlü olduğumuz zaman...Kendimiz için yaşadığımızı sanıp kendimizi aldattığımız bir süreç...Ne yapmalı? Ne yapmalı da güzün serin rüzgarında baharı yaşamalı? Sanırım, önce karanlıkta olup olmadığımızı sorgulamalıyız, sonra... sonra ışığı aramalı ya da -bulabilirsek- o ışığın ardına düşmeli...Çünkü hazan gecelerin gölgesi olmaz.



Serap ÖZALTUN
28.12.2004

BU BİR VEDADIR

Keşkesiz günler yaşa ey dost...Düşüncende olmak, nedenini bilemeden...Kimsin,nicesin bilmeden... Önce kendine dost ol diyor ya o satırlar...Zor bu..gerçekten..Bunca sarılmışken yüreğin dört bir yandan,engelleri aşıp bulamıyorum yüreğimi..Düşüncemde çelişiyor gençliğimin duvarları arasında bıraktığım yüreğim... Beni anlamak zordur, ben bile beni çözemedim..Beklediğim neydi.,bilemedim..En sevdiğim dediğim insanlar sonbahar yaprakları gibi yok oluverdi.. Güvenmek...Bu, bazen anlamını yitiriyor da sevgi adına yeniden filizleniyor.. Sana yüreğimdeki en güzel duygularla selam veriyorum ve yüreğine değer verdiğin kadar değer veren biriyle yaşamanı umuyorum.. Yoksa...yoksa yaşamak çok anlamsız kalır..Gerçekten bu böyle..yaşayan bilir... Sevgiler sana..

Serap ÖZALTUN
28.12.2004

BİR ANA VE BİR ADAM

'Hazanlarda savrulan yaprak misali savruldum gittim, bilemedim nereydi yerim,' dedi kendi kendine... Bedeninde yorgun düştü bu yürek de diyemedi kimselere,sessizliğine sarıldı. Batan günün ardından kızıl gözyaşları doldu avuçlar,güldü sessizce hayatın bu cilvesine. 'Neden' dese, kim verecek ona cevabını.' Hayat bu,' deyip sustu iç çekerek ve garın sessizliğinde ağır ağır ilerledi kimsesizliğinin burukluğuyla. Bir valizi bile yoktu elinde, öylece dalmış gidiyordu. Niye burda olduğunu da bilmiyordu. Karşıda duvarın yanında bir yaşlı yüzle göz göze geldi. Aldı gitti o gözler onu, annesinin yanına, çocukluğuna götürdü. Sadece kendi yalnız olsaydı, sadece yağmurlar onun gözlerinde yaşasaydı. Bu yaşlı gözler, bu bükük boyun ağlamamalıydı... Sessizce yanına gitti...Sormak istedi yüreğinden taşan ağıdın nedenini, soramadı. Eskiden beri sormayı sevmezdi, anlatılırsa dinlerdi. Yanına oturdu, geçen trenin rüzgarı saçlarını savurdu. Yaşlı kadın, derin bir iç çekti; 'demek ki acı,sadece bana yuva yapmamış' dedi adam, kendi kendine. Kalktı, iki çay aldı; birini ona uzattı içindeki tereddütle. 'Acaba alacak mıydı', sıcacık bir gülümseme ile çaya uzanan eller, sanki yüreğini de sarmıştı. Bir süre sessiz kalakaldılar...İlk konuşan,yaşlı kadın oldu: _Oğlumu buradan yolcu etmiştik...Buradan da karşıladık. _Ne mutlu, dedi adam elinde olmadan, bilmeden. Oysa onun gözleri yeniden bulut olmuştu, çayı tutan elleri titriyordu. _Zormuş hayat evladım, zormuş, dedi sesi titreyerek. Zormuş... Ağlıyor mu diye yüzüne baktı gizlice, hayır...yüzünde acı ile yoğrulmuş vakur bir eda vardı. _Gidenler, dönüşlerinin nasıl olacağını bilselerdi belki de daha akıllı harcarlardı zamanlarını,dedi sessizce. Belli ki, dönüşü beklenen bir dönüş değildi oğlunun. Soramadı. Biten çay bardağını aldı, 'kaç trenini bekliyorsunuz,' dedi. Kadın bir şey demedi, kalktı; çay için teşekkür etti sanki ya da ona öyle geldi. O ilerlerken aklında binlerce soru ile kalakaldı. Bir an onun oturduğu sıraya takıldı gözleri, bir resim vardı orada; solmuş, adeta ıslak bir resim. Dikkatle baktığında bir asker resmi gördü, gülen bir çift göz... Arkasında “Canım Anam, asker oldu oğlun, gururun...” yazıyordu. Aklından geçen sorulara cevap bulmak ister gibi, koştu ardından, “Anacığım, bu resim sizin mi? ” dedi. Kadın, adamın elindeki resme baktı, “Yok yavrum, ben onu vatana teslim ettim. Benim oğlum, artık vatanın bağrında. Resim ne ki! ” dedi gururla ve sessizce ilerledi...Adam, gereksiz acıları yüreğimde büyüttüğü için kendinden utanıp onu gönlünde büyütürken, verecek cevap bulamamanın ezikliği ile kalakaldı...

Serap ÖZALTUN
26.12.2004

BİR KÜÇÜCÜK KIR ÇİÇEĞİ

Serin bir yaz gecesi, duyduğu huzursuzlukla uyandı. Sırılsıklamdı, nedendi bu ter, nedendi bu huzursuzluk... Sessizce kalkıp camın önünde sallanan tülü sonuna kadar açtı. Günün ilk ışıkları odaya doldu. Karşı dairenin camı ile burun buruna geldi, kızdı kendince neden bir üst katta değilim, neden göğü göremiyorum diye. Döndü ve isteksizce durdu. Ne yapmak istiyordu; yüzünü mü yıkasaydı, çay suyu mu koysaydı? Hiç birini istemedi canı. Ayakları onu kütüphaneye götürdü, çekmeceyi açtı. Neler yoktu ki... Küçük bir çocukken o kocaman bahçenin kiremit renkli evinden sevinçle çıkar, koşarak merdivenleri iner, hatta son üç basamakta hoplardı. “Aman kızım, dikkat et! ” diyen annesini duymazdı bile. Tavukların yumurtalarını gizlice alırken; yardımcıları Hasan Emmi, nasıl da kızar, kovalardı...Ağaçların tepelerinden çağlaları hem yer hem toplardı. Hatta bir gün babaannesine gittiğini bilmeyen annesi, onu kuyuya düştü sanıp da nasıl ağıtlar yakmıştı kuyunun başında. Şimdi ise sadece elinde şeftali ve kayısı ağaçları arasına babasının kurduğu salıncakta çekilen resmi kalmıştı...Kenarları yırtık, solgun bir resim...Ne o kiremit renkli ev vardı şimdi, ne mutfakla oturma odası arasındaki gizli kapı, ne sofadaki aynalı konsol, ne de annesinin saçlarının diplerini kazır gibi yıkandığı hamamlık...Yok, hiç biri yok, kimse yok. Yaşananlar gerçek miydi? Eşiğin altına yatıp saklandığında onu arayıp bulamayan ağabeyinin gecenin karanlığında eşik diye onun sırtına basıp korktuğu yalan mıydı, annesinin sofadaki dolaba sakladığı misafir lokumlarını gizli gizli yemeleri ve komşular geldiğinde lokum getirmesini isteyen annesine mahcup bakışları yalan mıydı? Bu resim gerçekti. Solgun ama inatla yaşayan. Geçmişle geleceğe köprü olan bu resim gerçekti. Resmi aldı, vitrinin önündeki çerçevenin yanına koydu. Yüzünü yıkadı, gözyaşları mı karışmıştı suya, bilemedi. Elindeki çakmakla hem sigarasını hem çayın altını yaktı. Sessizlik.,buruk yapıyor yürekleri. Ne yapacaktı bugün? Uzun süre olmuştu ki izin kullanmıyordu. Hayat, sanki hep çalışmaktı. Bir an durdu, kimi arayım dedi kendince. Sevilenler ya toprak üstünde karınca misali koşturuyordu ya da toprak altında sonsuz uykudaydı. Sevda türküleri takıldı diline bir bir nedensizce. Unutulanlar, unutanlar... Yaşam, bir kırbaç almış eline sallamıştı. Kaçabilen sadece kaçtığı ile kalmıştı, çünkü kurtulmak imkansızdı. Bu darbeyi atlatan, nasıl olsa bir başka darbede yıkılıyordu. Düştükçe kalkmıştı yeni bir güçle.Yittikçe umutları, tükenmemişti içindeki kıvılcım. Annesinden sonra babasını da kaybedip kalınca bir başına şu kocaman dünyada tek dost bildiği,ışığım dediği arkadaşı onunla uzun uzun konuşmuştu. Onu ne çok sevdiğini anlatmıştı saatlerce. Oysa o, hep ağlıyordu. Yapayalnızım diyordu da başka kelime bilmiyordu. “Sen gülmelisin; seni büyüten insanlar, mutlaka bunu hissederler. Hayatın billur bir su gibi akmasını istiyorsan, yoluna çıkan otları sen kendi ellerinle toplayıp yolunu temizlemelisin. Ancak böyle beni de huzurlu edersin.” demişti. Uzandı, kütüphaneden ince bir kitap aldı, bir şiir kitabıydı bu. İlk sayfasında gönüldaşının “Seni hep mutlu görmek istiyorum ve seni çok seviyorum.” yazısı vardı. Söyledikleri, yazdıkları hep ona güç vermek içindi. Ayağa kalkarken kitabın içinden bir şey düştü. Bu, kurumuş bir küçücük kır çiçeği idi. Görüştükleri son gün, bir demet kır çiçeği ile gelmişti ona. O, kiremit renkli evlerine veda edip giderken gelmişti kucağındaki kır çiçekleriyle. “Gözlerini gözyaşı ile hatırlamak istemiyorum, ben ışığın isem sen de beni unutma ve hep gülümse. Sen gülümseyerek bakarsan hayata, hayat da sana öyle bakar.”... Hiç unutmamıştı bu sözleri. İşte o günün anısıydı bu kır çiçeği. Bir küçücük, solmuş kır çiçeği. O solmuştu ama yeşertmişti içinde sevgileri, umutları, heyecanları. Şimdi elindeki kitapta onun yazısı ve kır çiçeği kalmıştı sadece. Yitip gidenler, sadece bedenleriyle yoklar...Bakın işte burdalar.

Akademi Dergisi.Sayı 6 Temmuz 2006

Serap ÖZALTUN
26.12.2004

SANA SÖZ AŞKIM

Yokluğunda sen vardın gene; bir ışıktın yüreğimden,tüm dünyaya iyilik saçan.Ne güzel şey seni sevmek.Bir an dursa dünya inan,senin güzel bakışın canlandırır hayatı.Yumak yumak bir kartopu nasıl büyürse yuvarlandıkça, senin sevgin de inan büyüdükçe büyüyor bende kaldıkça.Yokluğunda sen vardın gene, şimşek gibi aydınlattın yüreğimin senli sensiz her yerini ve güç verdin bana bilmeden. Bu bir gizli güçtür, bu senden bana akıştır. Nehrin yatağını bilmesi gibi sular hep sana doğru akar. Zamanın bir yerinde güneş batar belki, karanlığa boğulur tüm evren ve ben giderim. Hani hep gideceğim derdim de kızardın ya bana. Giderim işte bir gün de üzüldüğüm tek şey,vedasız gidişim olacaktır sana. Sana doyamadım diyemeden, bir veda edemeden gitmek var ya. Asıl ölüm işte o. Düşünme diyeceksin, bak bahara diyeceksin, kuşları ve çiçekleri anlatacaksın, yaşamak varken ölmek niye diyeceksin. Ama bilmezsin ki yaşamak ölüm varken güzel. Bir gün gitme durumu olunca yaşama daha sıkı sarılıyor kişi oğlu... Kalan bir süre var ve bu sürede nasıl yaşamalı da cenneti dünyada tatmalı? Ah gülüm, yaşamak seninle güzeldi oysa. Seninle yaşlanmak güzeldi. Sana bir çay demleyebilmek güzeldi. Hayat çok güzel gülüm, çünkü sen varsın şu koskoca evrenin bir yerinde. Her sabah uyanıp güne günaydın diyorsun ve yüzünü yıkıyorsun, aynaya baktığında gördüğün gözde ben varım. Bu, dünyanın en güzel şeyi. Seni çok seviyorum aşkım. Beni unutmayacağını biliyorum. Canımsın dediğim ilk günden beri bendesin ve son güne dek bende kalacaksın. Söz veriyorum.


Serap ÖZALTUN
23.12.2004

SEVGİYİ ARAYAN ADAM

'Ne seni anlayan bulunur Ne de çare bulan var sorunlarına.' Bu sözlerle yürüdü yol boyunca.'Neden çarpıp gitmişti kapıyı, dayanamaz mıydı biraz daha? Ama olmadı. Tükenen sabrına dur diyemedi...'Yetti.' dedi de duyan olmadı. Oysa ne çok sevmişti kara gözlüm dediği yarini. Onunla baş başa geçecek yılların hayali ile geçmişti günler,aylar. Bir rüya gibiydi onunla buluşmaları. Şimdi.. Şimdi rüya bitmişti, tekdüze bir yaşamın kıskacında kalmıştı. Her adımında bir yerine batıyordu yaşamın kıskacı. Sevgi desen,sevmişti; fedakarlık desen...nelerden vazgeçmemişti onun için. Özgürlüğünü geriye bırakıp da gelmişti. Çünkü onunla geçecek bir ömür vardı. Değmez miydi? Omzunda o uyurken, saçlarının arasından geçerken elleri doğacak çocuklarının düşlerini kurmuşlardı o parkın bankında...Bizim de bir evimiz olur mu, hayalini kurarlardı. Sonra... sonra çok şey değişti. Ama birdenbire olmadı.Mıknatısın zıt kutuplarıydılar, birbirlerine yaklaşırken. Şimdi aynı kutupta yan yana, etkisiz, öylece kalakaldılar. Uzanıp tutmak istedi adam, kadının elini. Cesaret edemedi. Gözlerine baktı, ağlamış gibiydi. Neden diye iç çekti. Nedendi bu kopuş? Oysa bir yanardağın tepesinde yanmamışlar mıydı daha dün? Nerde kalmıştı verilen sözler, hayaller, tutkular? Keşke...de diyemedi. Niye keşke diyeceğini bilemiyordu çünkü.Ta en başına gitseydi de mi keşke deseydi? O da olmazdı. Yaşananlar, çok güzeldi. Kalbinin kıpırtılarını hatırladı bir an, duygulanmalarını çılgınca. Ne çok sevmiştim,dedi; ne çok sevmiştim! Bir durgun denize dönen yüreğine sordu: 'Aradığın ne? Aradığın kimde? '... Bir bilebilse...


Serap ÖZALTUN
19.12.2004

CANIMSIN

Vakit, gecenin sonsuz karanlığına bürünmüş. Binbir sıkıntı sarmış benliğimi. Bir yudum su diye inleyen hasta gibi muhtacım seninle konuşmaya. Nerdesin? Uyur musun şimdi? Arasam, bir sıcacık merhabana ihtiyacım var desem; ne dersin? Kızar mısın düşüncesini aklımdan geçirmek istemiyorum.Çünkü dostumsun diye biliyorum.Elbette arayacaksın, dediğini duyar gibi oluyorum. İçimi acabalar sardığında senin sevgi dolu gözlerini görebilsem nasıl rahatlayacağım, ama yoksun. Varlığınla beni nasıl sarıyorsun, bir bilsen. Maddeden ötesin. Hani pamuk şekeri vardır, yediğin an tadı damaklarına yayılır ama anında yok olur. Sen sakın yok olma, sevgi tadında yaşa. Beni ben yapan her ne varsa, sende de bunları gördüğüm için mi bu kadar bendesin? Bence sen, varlığındaki değerlerle sensin, bence sen ruhuma uzattığın kementle varsın. Acımdasın, sevincimde, gözyaşımda, uzanan elimin sıcaklığındasın. Uzaktayken nasıl yanımda olabiliyorsun? Mutluluktan uçacakken seni aramak ve sevincimi paylaşmak istiyorum. Acımda ben seni arayamıyorum, yalnızlığın kalın kabuğuna çekilmek ve unutmak istiyorum dünyayı, insanları. Ama sen... sen bırakmıyorsun. O derin dehlizde karanlıklar içinde bir ışık var, o ışığa doğru bilinmez bir neden çekiyor beni. Gözyaşlarım çiçek oluyor yüzümde ışıkla. Ve ellerimde çiçeklerle çıktığımda karşımda seni buluyorum. Kimsin sen?

Serap ÖZALTUN
19.12.2004

OLAY BU

Bugün yüreğime sordum seni nerde diye...Delisin, dedi. O, hep orda. Oysa zaman zaman sensizliğin zincirleri zorluyor damarlarımı ve sen diye diye ölmek istiyorum. Nedensizmiş sevdaların kaynağı,biliyor musun? Öyle bir rüzgar esermiş sam yeli misali, gelir kucağına otururmuş aşk,gülen gözleriyle ve sen, ne olduğunu anlayamaz,sarsılırmışsın fırtınadaki gemi gibi. İşte buymuş aşk misafiri...Olmadı, misafir demek olmadı. Gider misafir dediğin, süresi dolunca...Oysa, damarımdaki kan gibi benimleyken sen, gidemezsin ki benden bir an bile. Şimdi yoksun, nerdesin bilemiyorum...Döner misin gittiğin yerlerden onu da bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yaşamamın amacı olduğun, beni öylesine sevdiğin...ve bildiğim tek şey sevgine inanmak...Seni düşündüğüm kadar mı düşünüyorsun beni...Bu, hiç önemli değil...Senin, bu evrende var olman ya da bir gün olmaman da değil. Önemli olan ruhunun bir yerinde yer etmiş olmam...Biliyorum ki ordayım, biliyorsun ki bendesin. Olay bu.

Serap ÖZALTUN
4.12.2004

BU ÇOCUKLAR BİZİM

Yine bir bayram geçti. Evlerin duvarları sırları sakladı, ya sokaklarda yaşananlar? Köşe başlarındaki sahipsizlik, ürkek bakışlar, ellerinde paketleri olanlara imrenerek bakışlar...Bunlar görebiliyor musunuz? Hep yukardakilere mi bakıyor o güzel gözleriniz, yoksa başınız aşağıları da görebiliyor mu? Bir sıcacık çorbanın buğusunda mutluluğu paylaşırken yuvanızda, dışarda yaşanan ya da yaşanmaya çalışılan hayatı hissedebiliyor mu yüreğiniz? Bir lokma bana bir lokma sana diyemiyorsanız bile, on lokma bana bir lokma sana diyebiliyor muyuz? O zaman el ele verelim ve bu çocuklar için bir şeyler yapalım...Neden mi? Çünkü bu çocuklar bizim.

Serap ÖZALTUN
4.12.2004

BU MU ÖZLEMEK?

Sadece sana bir merhaba demek istedim; sesin, ruhuma ilaç oldu. Gözlerini göremesem de, ellerini tutamasam da biliyorum ki gül yüzünde izim var. İçimde senden kalan sözlerle kapatıyorum gözlerimi, diyemediklerimi düşlüyorum. Nerdesin şu an kim bilir? Neden huzursuzluğun yüreğine yerleşmesine izin veriyorsun? Bilmez misin ki sen, onunla geçinemezsin. Seni sonsuz bir rüzgara emanet ediyorum. O rüzgar seni huzursuz eden her ne varsa, uzaklaştırsın senden ve ruhunu arıtsın. Hani özlemek diye bir duygu var ya... Ellerimin içinden gözlerimdeki yaşa kadar hep sen varsın.Bu mu özlemek? Uzaklardan gelen ezgilerde hep senden bir şeyler hatırlıyorum ve yüreğimden yüreğine tüm sevgimi çiçeklerle bezeyip gönderiyorum.

Serap ÖZALTUN
27.11.2004

ANLIK DUYUMLAR

Binlerce göz bakıyordu sanki ona. Oysa umarsız ve amaçsız öyle bakıyordu dalgın dalgın denize ya da ormana. Nerde olduğunun hiç önemi yoktu. Avcuna aldığı yüreğinin gözyaşlarını bile silemiyor, öyle bakıyordu. Neden, dedi...Nedendi bu? ...Nerdesin diye çığlık atsa ya da atabilmeyi bir kez denese, sesini duyan olur muydu? Yalnızlığını ilmek ilmek örse biter miydi bir gün? Bitmez, dedi içinden bir ses, bitmez. Dünya kuruldu kurulalı insanlar hep yalnız ağlamış, yalnız sevinmiş. Yanında var gibi olanlar, aslında onun sevincinde ya da mutluluğunda ne derece varlar. Bıkmak bu mu, yorulmak bu mu yaşamaktan? Sigara içmezdi aslında ama bazen keşke derdi sigaramın külü olsa da onu hapsetsem içime özlemim gibi....ama yok. Gitmek de değil, unutmak da değil...Bilmediği bir duygu bu, sevginin öteki yüzü, duvarın arka tarafı...O oradaki yaşantısındayken nerdesin sen? ...Ne kadar onunsun.? ..Yok, bitmez bu türkü...Çalsam sazımı, kim duya? Ağlasam şu elimdeki yüreğimle kim göre? Yoksun ki!

Serap ÖZALTUN
5.11.2004