5 Mart 2009 Perşembe

ŞAİRLERE DAİR

Bir Dilek Uluocak Şiirinin Düşündürdükleri

Gecenin Rahmine Dolan Günah gece ikincil yüzünü gösteriyor çıplak alevde gölge dolu bardakları buğulandırıyor bir kefesi kaynayan terazinin çirkin dumanı belirsiz bir silüetten kaçarcasına apansız göğe yükseliyor yeniden dönmek için sırlarıyla camları hırpalıyor karanlığın bakışları gizemli iki gözbebeği uzanıyor kendi dünyalarından aynalara eller hareketlendi ne fayda susku doğurganlığı bastıramaz rüzgâr gecenin rahmine dolduruyor havanın ağırlığını ölümün gebeliğini yaşatıyor iklim bu kokuyla can havliyle sarsılıyor yer gök yükselen bacalarda telaşlı bekleyişler gece oyalıyor alevleri vebali hayasız kuru ellerinde haykırışları idamlık karanlıkta son arzu ne sözler yitiyor dar sokaklarında bu acımasız zamanın ne ağızlar kapanıyor keder dolu köşelerinde günaha diz çöktü şehir bakır bir çığlık böldü masum meleklerin fondaki sükûnetini yeşil kırmızıya çaldı siyah bir leke belirdi hainin dipsiz gözlerinde azap hiç olmadığı kadar yakın hiç olmadığı kadar telaşlı keskin kapısı açıldı iflah olmaz zindanların siyaha çalan kırmızı bir kan yağıyor şimdi üzerine zavallı insanların 07 /07 /2007 Dilek ULUOCAK




Geceler.. Sanki hep bir şeyleri saklıyor ruhunda geceler.. Görünmez sanır aldatanlar yaptıklarını, oysa terazi bilir dengeyi bozanı. Gecelerde herkes uyumaz; bardakların buğusuna sarılan nice eller, sır dolu yüreklerin dertlerini döker dilerse dinleyenlere; belki de buhar olur uçar öz, söz ile. Ne kadar sussa da dil, doğurgandır dil...İster aynaya bak, ister camdan görmeye çalış karanlığın ruhunu; mümkün mü, kendi dünyasını yansıtabilmesi insanın dışarı? Gece sessiz, gece verimkar...Haydi rüzgar, getir meltemlerinden şu ağır havayı da üretken ruhlar kıpırdasın biraz....Her doğumun -bir gün- ölüme çağrı yapacağı gerçeğini bilse de şu ölümlüler, geceyi de güne katsalar öldürmeseler zamanı.Ölümün kokusundaki gerçek, ürkütmesin canlıları; çünkü doğumlardaki çığlığı beklerken sevinçle bakan gözler. şimdi yitişteki acının kokusunu hissederken kokuyu değil, hayatı sorgulasın kendince, 'ne kadar verimli geçti ki' diye. Neden hep gece gerçekleşir ki infazlar; gün ağarınca saklı mı kalacak ki gerçekler? Ne kadar saklayabilir ki alev, gecenin suçlarını? Güneş nasıl balçıkla sıvanmazsa, gece de alevlerin şavkıyla aydınlanıp hayasız kuru ellerin veballerini saklayamaz...Ne keder dolu köşeler,ne dar sokaklar ağızlardan çıkan kederlerin şiddetini saklayabilir, ne de bu sözler yitip gider idamlıkların son sözlerinin içinde... Gündüzleri aydınlıklarda işlenen günahları da özüne sindirmişcesine gece, günahların ağırlığı ile diz çöküp çığlık atar sessizce.... Hain mi şimdi -içip içip kızartınca gözlerini- yeşil gözlü ve onun gerçeği çatışınca bizim gerçeğimizle? ...Hain mi şimdi o, dibi bile görünmeyen gözleri olan kırmızı gözlü? Onu bu hale getirenler, masum meleklerin çığlıklarına ağlarlarken biraz da ona ağlarlar mı ki? ... Hangimizi uzağız azaplara; bir nefes kadar yakınken acı, ruhumuza. Zindanlara atılınca mı iflah olacak ki arınmmış ruh? Gönlü karaların zindanlarının kapısı açık oldukça gece de gündüz de karanlıktır; karanlıklar çığlıklara, çığlıklar siyaha çalan acılara gebedir ve insanoğlu 'zavallı' olmaya mahkumdur dünya zindanını iflah etmedikçe. Şimdi kim 'Gecenin doğurganlığı ile çoğaldı günahlar? ' diyebilir ki...

15.1.2008

Serap ÖZALTUN

-------------------------

GÖNÜL DİLİ İLE DERVİŞOĞLU

'Antolojinin Karacaoğlanı' diyorlar Şemsettin Ağar Dervişoğlu'na; değil, mümkünü yoktur. Çünkü bir sevilenden öbürüne meyleden Karacaoğlan' dan daha vefalı bir halk şairi var karşımızda. Şiirlerindeki zengin kelime hazinesi ve yerli yerine oturan ustaca söylemler, şairin şiirlerinin altındaki yorumlarda bile kendini belli ediyor. Mütevazi kişiliğini şiirlerine de yansıtan şairimizin kafiye-hece ölçüsü kıvraklığındaki ahenkle anlatımındaki ustalık, kendine özgü üslubu 'Dön, dön oku beni.' dedirtiyor. Serbest şiire kendini bırakan kalemime bile parmaklarmı saya saya heceli şiirler yazdıran ustama kalemi daim olsun der, saygılarımı sunar, helallik dilerim. 'KÜSKÜNÜM' ŞİİRİNE DAİR Dağlar de bana neden dumanlı başın? Kar mı kapladı bellerini de kuş bile uçmaz, haber gelmez yareninden.Yağmur gibi dökme gözün yaşını, ağlatma bulutu, inletme seli... Ancak böyle yüce bir gönül ar eder, haber edemedim yar sana diye; yakma yüreğini özlem harıyla...Ne bu sancı? Zar etme dili, an can ile söyleşilerini de küsme gülün dikenine... Acılar değil mi güzelliklerin kıymetini sunan? Parelense de gönül yaran, dert etme ey aşık... Beyindeki özlem fırtınası beslemez mi ki sevdanı? Nicedir yarene yazdıkların, varsın ulaşmasın; gönülden gönüle yol yok mu ki sevenler arasında, nefesin yok mudur sevdayla giden? Neden bir suçlu ararsın ki ey aşık...Yazı kara olsa; bu söylemin, sevdaya dair bir pişmanlık da olmaz mı? Vuslata erme düşü, yüceltmez mi ki sevdayı? Sevilene güç vermek için değil mi ki bu can, hangi dağın ardında olursa olsun...Çal sazını hasret gaydasında... Çal ki sevdan yaşasın...Sazının her perdesinde yüzünü gör sevdiğinin de diline düşen sevda, nağme olsun sazında; türküye dönsün. Yücelerin karı sevilenin duvağı mı olsun istersin a can, bülbül de seninle ağlasın, derdine yansın mı istersin? Çiçeğe bürünüp de narını veremeyen yaprağa da acı can...Küsmeyesin...Hayatın her çilesinde Yaradanın bildiği bir neden vardır, görünen dağın ardını kim bilebilir ki.. Hangi saat hüzne kurulmak ister ki ey şair? Yaşamın hangi 'an'ı, diğerinden daha az hüzünlü; bilir miyiz ki....Ayrılıklar, kavuşmaların ardından olmasın, dediğimiz ayrılıklar, isyandan korusun nur yüreğini...Korusun ki ey şair, dergâhın mekanına, yanında değilse de gönlünde götür sevdiğini ama yeter ki o ulu mekanın eşiğinden atla...Küsülmez ki ey can...Küsülmez dergâhın eşiğine, hele ki o kapı açılmışsa yüreğinize... Naçizane dilime düşenlerdir. Yüreğinizi okşayıp alıp sarsın sevdiğim dediğinizin sevdası çilenizi, her nerede olursa olsun ve onun hüznü ile bir 'an'ınız bile sevinçten uzaklaşacaksa 'hüzün sizlerden uzak dursun' derim. Saygılar hocam. ADI HASRET' ŞİİRİNE DAİR Şu dağların sonsuzluğunda yok olmak var aslında, alıp da yüreğine 'yar' dediğini içindeki sızıları da yükleyip çıkınınına gitmeli. Belki hasretin canından can koparırcasına insana ettiği, biraz ferahlar dorukların ayazında. Gece ya da gündüz ne fark eder ki canan ayrı kollarda ise, o kol vefalı olsa sanki yürek yanmayacak mı? 'Yar adı verilen can, adımla anılmıyor' der de üzülür ya şair, neden ki bu keder? Tarih öncesi çağlardaki gibi 'bir Dervişle yareni varmış ' denilmeyecek mi asırlar sonra bu hasret yangınları okunurken..Derdin bu mu şair? Hangi garip sevdalı 'lokman' olabilmiş ki sevda derdine, hangi garip sevdalının yüreğinde sevda çınarı çağıl çağıl çağlarken onun feri özü kalmış ki1..Onca yanarken gönlü, 'canözüm' diyen hangi hasretli yürek, ona sarılamadan ısınmış ki! ..Ayrılığın ayazı yakar doruklarda teni, derdine çare um ama bil ki hasret denen derdin çaresi vuslattır ve bil ki şair, vuslata erince hasretin hazzını özleyeceksin. Tükenmek nedir ki bu ocakta, yan be şair! ..Yan ki bunun ne büyük bir mutluluk olduğunu bil, bir sevilen bulmuşsun; sevmişsin gönül boyu, özlemişsin dağlar gibi...Ne hoştur bu, bilmezsin! .. Sevmeye, uğrunda yanmaya değer bir can bulmuşsun. Bu, ne derin bir hazdır1..Hani baykuşlar var dersin ya gönül bucağında, o baykuş da derdinle ağlar, anlamaz mısın? Ağla şair, sevebildiğin kadar da seviliyorsan ağla...Yan, yağlar misali eri şair; sevdiğine ram olup yüreğinde yok olabiliyorsan bu, engin bir denizde yüzmektir...Hasretin hazzıyla yan ki kavuşacağın günü bekleme. Bil ki yolunu beklemenin ve onun için gözyaşı dökmenin güzelliğindedir sevdanın büyüklüğü. 'Sen derviş olamazsın' dedirtme şair, yokluğunda da sev yarenini ve çoğalt yokluğunda sevdayı. Çiçeklerden ığıl ığıl akan özü akıt yüreğine ve evrenin binlerce güzelliğini sevdanla akıt yüreğine...Yarin yokluğunda göz kamaştır, bileğinin kılağı ol da dağıt evrene şair, dağıt yüreğindeki hasreti ve ruhun 'yük' demesin bu hasretin güzelliğine. Saygılar yüreğinize değerli gönül ereni.

12.1.2008

Serap ÖZALTUN

-------------------------------------------

GÖNÜL DİLİ İLE DEVRAN DEMİR

'Canı cehenneme rahat uyuyanın Kapısını örtenin perdesini çekenin. Yüreği yalnız kendiyle dolu Duvarları ancak çarpınca görenin. Canı cehenneme başkasının yangınıyla Evinin ısıtıp yemeğini pişirenin. ' diyen Şükrü Erbaş kadar insanların acılarını, gönlünün derinlerinde hisseden genç bir kalem Devran Demir. Şiirlerinin bütününde içli bir sızıyla acının resmini hissederiz okudukça can-ı gönülden. 'Karanlık sandığımız,görünmeyen değil; / İçimizde olandır.' derken ertelememeli hiçbir şeyi diyor şair, çünkü biliyor ki ölüm, kapı ardında bekliyor ve güneşle yarışta olabilir. Akıl sorgusu ön planda onda, demek istiyorum şair için, çünkü; 'Seni sevmekle ben işledim ilk suçumu, Cezamı bana güzelliğin verdi. Ben şimdi aşk zindanında Bir sevda mahkumu, Unuttum aradan kaç gün geçti. Yüzünü kirpiklerimle çizdim duvarlara, İçini gözyaşımla doldurdum. Ne dünüm var artık ne yarınım... Ben şimdi yalnızca Seni sevmeye mahkumum. ' dizelerinde bile duygularını o kadar usturuplu bir şekilde dile getirmiş ki onu mahkum eden güzeli davet edip, ikisine de müebbet ceza veresi geliyor insanın bir hücrede. 'Nasılsın? ' demeye korkuyor insan Devran Demir'e; gitgide üşüyen, gitgide soğuyan bir yüreğin umutsuzluğa sarılışını görmekten korkuyoruz. İç sızısını içine gömüp bulutların gözyaşından medet uman şair; kim bilir belki de annelerini gözyaşlarıyla arayan aşk ve arzuya kızmakta için için...Neden ki şair yüreğine sevgi dolu küçücük ellerin uzanmasına izin vermiyorsun? Oysa her sevdada umut vardır... Yaşanmamaya mahkum muydu gerçekten bazı sevgiler, bilinir mi ki...Biliyor musun şair, dünyanın bunca umutsuzluğu, karanlıklığı, kupkuru bir çöl oluşu, buz gibi soğuk oluşu, bazen yangın-duman-kül oluşu, hatta fırtına-deprem-heyelanla sarsılması, cehennem alevlerinde kavrulması sadece insanların gözlerinden yüreğe inen güçle yok ediliyor. Dediğin gibi. Yüreğindeki o güzel insan sevgisini, şairin dili ile anlatmak istiyorum: 'Ah Şu İnsan... Ah şu insan yavruları Ah şu insan yavruları yok mu... Onları, onları nasıl anlatmalı... Doğarken hepsinde aynı ten Aynı duyu, aynı koku Büyürken hepsinde aynı sevinç Aynı umut, aynı coşku... Her ikisinde de sırrına erilmez bir haz Her ikisinde de yüreklere sığmaz O bir geniş, o bir güzel O bir sıcak duygu... Ah, şu insan yavruları Ah şu insan yavruları yok mu Onları nasıl, nasıl anlamalı... Gülüşleri-ağlayışları, duruşları bakışları, bağırışları-susuşları Yürüyüşleri koşuşları, uyuyuşları-uyanışları Yemek yiyişleri, söz söyleyişleri, oyun oynayışları... Yani herşeyleri yani her yanlarıyla Onlar bizden başka bir alem Onlar bizden başka bir dünya... Ah şu insan yavruları Ah şu insan yavruları yok mu... Onları nasıl, nasıl korumalı... Onlar bizim en saf - en temiz Onlar bizim en arı - en duru halimiz Onlar bizim biricik sevgi hazinemiz Onlar bizim en büyük yaşama sevincimiz... Ah şu insan yavruları Ah şu insan yavruları yok mu... Ne olur Koruyun kollayın - sevin güldürün Ne olur incitmeyin hiç onları... ' Bir çocuk hiç 'Of baba of! Keşke annem değil sen ölseydin... ' der mi? Şair gördüğünü yazar, yüreğine batan iğnenin kanattığını yazar. Okumalı 'Baba Beni de Okula Gönder' şiirini de o çocuğun çığlığına kalem olan şairimizin duyarlılığına boyun bükmeli. Sadece toplumun sosyal yaralarına parmak basmamış ki şair. 'Kara... öyle karadır ki / Büsbütün kararır / Gider dünyan sonunda... / Hiçbirşeyi göremez olur gözlerin / Hiçbir şeyi artık / Ondan başka... ' derken her yerde duyulan ve bağrına kara taş basıp sevdiğinden ötesini görmeyen kara sevdalıların haline de kalem olmuş. 'Yatağına sığmayan bir su gibi yüreğin / Sabırlı,çok telaşlı,biraz durgun. ' dediği bir insanın yüreğini almış karşısına şair ve yaşarken anlaşılmak isteyen bu gönle –hem de yatağına sığamayacak kadar dolu dolu bir gönle- “Ölüm gelmeden ne edeceksen et.” diyecek, diyemiyor; o, anlasın istiyor. Belki de budur şairin görevi, okuyucuya öğüt vermeden ufku göstermek, tercihi ona bırakmak.... İnsanlığa dair çok şiir okudum, ama ben Devran Demir’in şiirlerindeki insanlığı kolay kolay hiçbir şiirde hissetmedim. O, sokakta akşam karanlığında koşarken evine giden insanların yapacağı yemeği ya da çocuğuna alacağı giysiyi düşünürken köşede titreyen çocuğu görmeyenlerden farklı bir yürek. Onun gözüyle bakalım bir kez daha çevreye ve “ne yapılabilir”i düşünelim Devranca: Bin Soğuk Bin Kış / Bin Çocuk Bin Düş Bin karakıştı Bin ayaz geceydi Binlerce kimsesiz çocuktular. Sığınacak bir yuva Bağrına basacak bir anne Uyuyacak bir yatak arıyordular. Hiç kimse onları düşünmüyor Hiç kimse onları görmüyor Hiç kimse onları anlamıyordu. Bir yerden bir yere itilip Bir yerden bir yere sürülüp Duruyordular. Yalnızdılar, kırgındılar, bitkindiler. Suskundular, dalgındılar, mahzundular. Onlarca büyük şehrin, yüzlerce Işıklı işlek caddelerinde kimileri Kimileri karanlık ıssız sokaklarında Tedirgin, uykusuz dolaşıyordular. Nereye gideceklerini bilmiyordular Ne yapacaklarını bilmiyordular İnsanlara korkuyla bakıyordular Her şeyden ürküyordular Birbirlerinden bile çekiniyordular. Ve unutup açlıklarını çoğu zaman Yalnızca, üşümeden Uyuyabilecekleri bir yer arıyordular Tepeden tırnağa titriyordular Çok öksürüyordular Çok üşüyordular. Ve onlar ki yine... Kimileri telefon, kimileri bankamatik kulübelerine Kimileri inşaat, kimileri apartman bodrumlarına Sığınıp yine usulca Bazıları yalnız, bazıları koyun koyuna Koyup başlarını sessiz Kurulmaktan yorgun düşmüş bir düş’ün Güzelliği ve sıcaklığını, alıp alıp O hiçbir zaman doyamadıkları Uykularına, rüyalarına dek Taşıyor taşıyordular... Bin mavi gökyüzüydü Bin sıcak gündü Binlerce sahipli çocuktular Sığındıkları bir yuvaları Bağrına basan bir anneleri Uyudukları bir yatakları vardı... Herkes onlara gülümsüyor Onları düşünüyor, onları seviyordu... Bütün sevdikleri yanlarındaydı, İçten, sıcak, yumuşacık öpüşler Dokunuşlar içindeydiler... Hiç üşümüyor artık, hiç titremiyor, Hiç öksürmüyordular... Dünyayı seviyordular Hayatı seviyordular Kendilerini seviyordular Neşeli, mutlu, huzurluydular... Koşuyordular gülüyordular Oynuyordular çoşuyordular... Çocuktular çocuktular çocuktular.. Ve günün ilk ışıklarıyla yine onlar Şehrin ağır gürültüleriyle irkilip bazen Bazen, hoyrat insan elleriyle dürtülerek Yeniden yeniden... Görmek istemedikleri bir dünya Yaşamak istemedikleri bir hayata Birer birer çaresiz, ve üzgün Uyanıyordular... Bin karakıştı Bin soğuk sabahtı Binlerce kimsesiz çocuktular. - Devran Demir 11.11.2005 Herkes kadar farklı, herkes kadar özel bir kalem Devran Demir. Kayıt sırasına göre sondan başa birkaç şiirini inceledim gönül dilimce. Kendisine dostça sevgilerimi gönderiyorum.

13.1.2008

Serap ÖZALTUN

----------------------------------------

Şahin Hanelçi'den Bir Şiir- Bir Yorum
FIRAT OLMAK İSTİYORUM Kardelenler açan diyardan gelir, Çatılmış kaşıyla firardan gelir, Hasretlik sedası sevdadan gelir, Zamanı koynunda toplayıp akar. Feryadı duyulmaz benlikler sarmış, Uzanan kolunu dikenler sarmış, Beynini kemiren akrepler sarmış, Korkuyu ümitle dağlayıp akar. Cümleler toplanır dilin ucunda, Eritir ruhunu gönül korunda, Menzile baş koymuş aşkın yolunda, İrfanı Allah’a bağlayıp akar. Lal olsa da dili gönlün sesiyle, Esen rüzgâr olur neyin sesiyle, Yazgının köpükle varan sesiyle, Ecrine kul olup çağlayıp akar. Benim adım Murat senin Karasu, Vuslatınla Fırat olmak arzusu, Pranga vurulmuş bitmez sorgusu, Özlemi ruhunda saklayıp akar. Sevdamla kendimi benzettim sana, Halimin resmini arz ettim sana, Lütfuyla ismini söz ettim sana, Suların kahredip duymayıp akar. Şahin Hanelçi 27.02.2009 ELAZIĞ http://www.edebiyatdefteri.com/siir/203244/? q=&syf=1#yorum
FIRAT OLMAK Günün şiiri seçilmiş bir şiir var karşımda, Fırat gibi deli deli çağlamış şair.Keşke sevilen de kardelenler açan diyardan gelir gibi geleydi de çatık kaşı açılaydı…belki hasretlik tükenirdi de şair, Fırat olmaya meyletmezdi. Oysa sevdiğinden ayrı kalan yarenin feryadı nice benliklerde hissedilmiş yüzyıllar boyu. Sevdiğine ulaşmak için dağ bayır gezercesine yol süren gönlün nasır paramparça olduğunu, gönlündeki çizikler bilir.Çaresizliğe sarılan bedeni, nice akrepler,çıyanlar sarsa da dört bir yandan gönül bu korkar mı, ümide sarılır iyice de atar onları ümidin koruna. Keşke bir göreydi mevsimsiz başını gösteren sabırsız kardelen diyarından gelen, keşke bir göreydi gönüldaşını… dil neler demezdi ki neler. Gönül öyle bir har olup yanmış ki can ne ki bu sevda uğruna, beden ne ki… Gerçeğe ulaştırıcı güçlü sezişi Rabbine emanet eder sevilen ve Fırat misali akar duyguları sevdiğine. Ne güzeldir Karasu ve Murat’ın birleşip de Fırat olması… Ne güzeldir şairin Fırat olma arzusu. Fırat olmak ne güzeldi. Çoğalmak sevgi ile … Fırat’ın üzerindeki köprüler, pranga gibi bağlasa da onu, bitmez bu dünyada sevilenin sorgusu ama o, yolunu bulur akar Dicle’ye doğru, çünkü özlemi ruhunun en gizli yerinde yakmaktadır onu. Elbet diler şair, Fırat olmayı çünkü bilir ki o deli dolu Fırat, özlemini çektiği Dicle ile el ele tutuşacaktır ve geride sevda için çekilen acılar bir düş gibi kalacaktır. Kaleminiz daim ola, vuslat ırak olmaya.

1.3.2009

Serap ÖZALTUN

---------------


KENDİMCE SÖYLEŞİLERİM

Kendimle Söyleşim -1- / Bir Garip Yolcu

'Senin için, sana dair,senden gelen bende kalan nice duyguları yazmak isterdim ama, ama kırıldı kalemim.'dedi.'Deli gönül bilseydi keşke nasıl ve nice olduğunu, neler vermezdim.'dedi. Dedi de boğazına koca bir yumruk düğümlendi. Yitip gitmişti işte, hiç dinlemeden, konuşmasına fırsat vermeden...'Yüce dağlara sorsam, der mi ki bana bu nedensiz yok oluşunu? ' derken; 'Yok, sen yok olma da tek ayrı ol benden.'dedi içinden. 'Garibin ölüsünü üç günde duyarlarmış, ya benim garip gönlümün acısı? Sağır mı oldu gönlün ey sevilen? Yazık ettin.' dedi ve ağır adımlarla yol aldı karlı dağlara doğru. 'Kim demiş ki sevenler unutmaz? Bak, unutulanlarda asılı kaldım...' türküsü dilinde, bir türlü akıtamadığı gözyaşları içinde ağır aksak ilerledi...
18.7.2005

Serap ÖZALTUN
-------------------------------


Kendimle Söyleşim -2- /Sonsuzluk Kervanı Nerde?

Yüreğimin en bilinmez yerlerine bakıp da kaçan sen...Bilmez misin ki bu yüreğin her kıvrımı ayrı bir acıyla yanmış...Bastığın her yer, umutsuz bir vahadır. Sen, dokundukça kanar, kabuk bağlamamış yaralarım...Sabırla sarıp sarmaladığım özlemlerim henüz buğur buğur tüter de, kanar bir yelde bile...Oysa sen, öyle güzel hoş ve öyle narin basarsın ki gönül yollarıma...incitmeden...Gene de acır içim... Sevgisizliğin ormanında savruldum...Sevdim de...sevildim de...ama nedense iki yüreği bir araya getiremedim. Git desem gitmezsin ey yar..Sana bulaşmasın gönül yaram..Seni sarmasın acılarım... Hani hoşgörü, hani sevgi,...yok...onları bir yerlerde görmüştüm hayatımın bir deminde ama teğet geçtiler benden...ve ben bu yürek yangınında savrulmaktayım...Hani kim yaktı bu odu? ...Ne önemi var ki artık...Harabeye dönen yerde, kim divane...kim çare...ne önemi var... Desem ki sana şimdi, ' Sonsuzluk kervanı nerde? Bilir misin? O kervanın yolunu bana gösterir misin? '
16.9.2005

Serap ÖZALTUN
-----------------------------


Kendimle Söyleşim-3 / Ne Yaparsın Bensiz?

Biliyor musun ey yar...sensizliğin durgun sularında gezdim de dün, bir buruk oldu yüreğim...Seni aradım yüreğimin en mahrem köşelerinde de bulamadım gölgeni bile...Söyle yar, bunu nasıl başardın? Nakış nakış işlemişken seni ben yüreğime, nasıl ettin de buz gibi sularla eş ettin sevgini ve söyle yar, şimdi bu boşluğu hak etti mi o güzel sevda? Söyle yar, gözyaşımla suladığım şiirlerimi ben kim için okuyayım şimdi? Söyle yar, ahrette deyip de sözleştiğimizi ben nasıl unutayım şimdi ve ben, seni bu ıssız yüreğin bir köşesinde oturup anarken sen ne yaparsın bensiz?
26.9.2005

Serap ÖZALTUN
-------------------------------------
Kendimle Söyleşim -4- / 'Nerdesin? ' Diyemedim

Karanlıklarım, binbir sorunun cevabıyla karardı...Gelen her bir cevap seni benden alıp gitti de 'Nerdesin? ' diyemedim. Tek bir yıldız olsa, nurunu saçsa yeter...O ışığın yoluna kurbandır canım..Desem ki 'Bu can yoluna verse de her zerresini, sen bilirsin bendeki yerini...' Düşünceler ve duygular dağılmış evrenin sonsuzluğunda...Sevenler, sevilenler darmadağın olmuş. Ben kimim ki, sorusunun cevabı karanlıkları arttırdı...Karanlıklarda sadece ve sadece içime verdiğin huzur aydınlattı yolumu. Mutluluğu, bakan gözde görmek...Bakmasını bilmek...Kötüde güzelliği görmek...Hayatta ölümü hissedip de adımında kendine dur demeyi bilmek...Bunları bana bir bir öğrettin, yolumu ışıttın da şimdi sen nerdesin? ...Var git..Var gittiğini san...Bil ki her nerede olursan ol, yüreğimdedir yerin.
30.10.2005

Serap ÖZALTUN
--------------------------------
Kendimle Söyleşim -5- / Vuslatımız Yakındır

Akıp giden her gün seni bana daha çok yaklaştırıyor ve sen, bende kalıyorsun. Anıların en gizli köşelerinden senden bir an çıkıyor hüzne sarıldığım anlarda ve siliyor gözyaşlarımı yar...Sen olmak ne güzelmiş...ruhumu yıkadın, arıttın...özlemek uzak kaldı yüreğimden...Senin cismini görmenin bana faydası yok artık, bilesin..Sen, yüreğini bana bıraktığından beri ben...düşüncelerdeyim...Sen canımsın dediğin günden beri ben canı cana katmışım da gökteki yıldıza savurmuşum aşkımın resmini...Söyle bana ey yar...umudun tükendiğinde ne yaparsın? Söyle bana ey yar, nefessiz kaldığında ne yaparsın? Ve söyle bana ey yar, ölüme beş kala deseler, ne yaparsın? ...Ben, gözümde en anlamlısı ile gülüşlerin, beklerim yar..Bilirim ki vuslatımız yakındır...
31.10.2005

Serap ÖZALTUN
--------------------------------------

Kendimce Söyleşim - 6- /Erdem

-Ne isen, odur yansıyan.- 'Erdem denen fazileti, yüreklerine sultan yapamayan nice aciz yürekler, sadece alkışlarlar yüreği kocaman insanları da, kendileri bir adım atarlarken beyinleri durdurur bencillikleriyle onları ve onlar, bilinçsizce hala alkışlarlar erdem krallığında olanları, kendi küçüklüklerini unutarak.' Serap Hoca Erdem deyip durdum, düşündüm bir an. Satılmışken dürüstlük, kalmışken kapı dışında yürekten gelen güzellikle; vatan, kutsallar arasından çıkmışsa gönlünde insanın; çifte vatandaşlıklar güldürüyorsa gönülleri...Ne deyim ki ben! .. Bayrağın al rengine kurban olana, burun bükenler varsa ve bir okulun önünden geçenler, duyduğu marşla hazırola geçtiğinde alaylı bir ifadeyle bakanlar, kahve sohbetlerinde en büyük miliyetçi rolünü oynuyorsa; boynumdaki madalyon gibi bir o yana bir bu yana dönüyorsa insanın yüreği...Kanar, kanar bu can onlarla aynı toprağa basmaktan. Ne ki erdem? Erdem, şereftir; faziletin darağacına asılmamış halidir. Yüzyıllar ötesinden, savura savura eteğini Altayların topraklarına gelip de şöyle bir edayla kütüphanelere kurulan klasiklerimizdeki Türkçeye burun bükenleri görünce -yere düşen ekmeği öpüp de başına koyan gibi- sahip çıkmaktır diline. Erdem, diliyle inancıyla adam gibi adam olmaktır tüm insanlığı kucaklarken ve dimdik durabilmeyi bilmektir insanlık adına. Bastığı toprak adama hesap sorar, bunca insan bu topraklarda büyüdü de yürüdü de baş eğmedi riyaya. Eğmesin başını da yaşasın erdem. Koyduğunda cebine liraları, eli yanmamalı insanın. Helalinden koydukları kursağına da helalinden girmeli ki huzurla çıksın yuvasının dumanı. Söz bükmesin boynunu, erdem bükmüşken onca.
16.1.2007

Serap ÖZALTUN
----------------------------------------

Kendimce Söyleşim - 7-/ Yüreğe Dair

Ilık bir yaz günü...Ezanın ardından nura yüz sürenler açtılar ellerini dileklerini sıraladılar sessizce. Nasip... Güller dolu her yer, güller...Ayna olsa yürekler, görsek insanın özünü, dil ile söylenenin yürekteki yerini ölçsek, biçsek ya da tartsak...Bilsek insanın değeri ne ya da önce kendimize bir baksak ne kadar benciliz, ne kadar fedakar, ne kadar özü sözü bir, ne kadar cimri, ne kadar benciliz... Gecenin karanlığında da huzuru bulanlardan olanlara ne mutlu. Karanlıkları vicdan yüküne ortak edenlerin utancı, gün ağarınca ne renk olur ki insanın yüzünde. Duy kendi yüreğinin sesini, elinle verdiğini dilin diyor mu...Sencileyin gönül yolcuları gülün yaprağından medet ummayı bilmiyorsa ağlasın. Bir gül yaprağındaki rayihaya, güzelliğe hayran olurken binlerce gülleri ezdiğimiz bu dünyada hakkımız var mı ki sabahın nurunda dua etmeye...Bilinir mi ki pişmanlığımız ne kadardı, bilinir mi ki yediğimiz lokma bizden hesap soruyor mu...Sanırım, ellere tuttuğumuz ayna hep bize dönük olmalı, belki o zaman vardığımızda başımız yerde olmaz o divanda. Sağlıcakla kalıp da akıldan ve vücudunun azalarından yoksun olanlara şifa dilemeyi unutmamayı da öğrenmeli. Daha ne çok şey var bilinmesi gereken, söylenmesi gereken, unuttuğumuz... Yüreğiniz ak pak olsun.
15.6.2007 05.20

Serap ÖZALTUN
---------------------------
Kendimce Söyleşim -8- Silkin ve Yaşa


Hayatımın kaldırım taşları yerinden oynuyor. Ne zaman bir adım atsam her sarsılan taşta içimin acıları başını çıkarıyor ve derin bir sızı kaplıyor bedenimi. Ta derinlerde bir ses 'Burdayım.' diyor cılız bir şekilde: Burdayım... Bu ses, bazen güç veriyor acıların buğusunda, bazen ona ulaşamamanın verdiği acıyla katlıyor sızımı bir bir. Bir filiz verse umut, en karanlık dehlizde. Nasıl büyütülür kigüneşsiz, havasız, susuz. Oysa ne güzel görünürdü yenice hâli ve -güneşi görse- ona uzattığı boynu, ne güzel görünürdü, rengarenk bir uçurtma gibi... Ne çare ki çorak topraklar sızlıyor. Toprağın üzeri örtülmüş kaldırım taşlarıyla...'Görme, sadece başın önde yaşa. Sorma hayatın nedenlerini kendine...' demiş. Sorgular, umuda gebe; sorular, tırmıklanan toprağa canken sorma. Oysa kaldırıverse bir silkinişte bu taşı, atıverse omuzlardan taşıdığı yükü, görecek ki güneşin başka renkleri de var. Gökkuşağının pırıltısıyla parlayacak gözleri, bayram edecek toprak, çıldıracak dehlizler. 'Yumruğunu aç.' diyor bir ses içinden, 'Aç yumruğunu.'... 'Sıva kollarını da al çapayı eline.Önce kendini bul şu çılgınlığın içinde, sonra beni... Bil ki hep içinde tane tane korudum ben varlığımı, sadece arınsın ruhun diye bekledim. Hadi, merhaba de bana ve hayata. Adım: Umut.'
29.11.2007 08.00

Serap ÖZALTUN
-----------------------------------
Kendimce Söyleşim 9/ Eşime


Eşime Yüreğimdeki bin çığlığı duyan sen... Nerdesin? Neden yanımda yoksun! Sana o kadar ihtiyacım var ki... Oysa, bilmiyorsun içimdeki fırtınayı. Bu dünyayı bana bırakıp gidemezsin. Bak, hayat ne güzel... Hadi aç gözlerini. Bak bana, Gör gözlerimde bıraktığın hüznü. Omuzlarıma bu büyük yükü bırakmaya hakkın yok. Aşağıda ağlayan yavrular, bizim yavrularımız. Senin gözlerinde gördüğüm o paniği hatırlıyorum düşündükçe Ve seni istiyorum yuvamızın başında. Her ne yaşamışsak, Ne kadar kırmışsak birbirimizi, Ne kadar sevmişsek unuttum hepsini. Buraya geldiğimiz gibi Dört kişi çıkmak istiyorum buradan. Oysa... Bilinmez bir duraktasın sen. Doktorun metalik ve umuttan uzak sözlerini hatırlamak istemiyorum, Ben, yanına gelmek istiyorum... Bırakmıyorlar! Ne senin yanına girebiliyorum Ne yavruların yanına gidebiliyorum. Karanlık hastane koridorlarında kimsesizliği yaşıyorum... Yalnızım, Yapayalnız.... Ne olacak şimdi, bile diyemiyorum. Kuş olup içeri girmek Ve sana takılan aletlerdeki nabız atışını görmek istiyorum. Lütfen, bunu bize yapma, Gitme! Bak, sabah yeni bir gün başlayacak. Güneş, hepimizin üstüne doğsun. Kolay değil sensiz hayat, canlara. Dayan! Dayan ki umudun varlığına inanalım. Seni bekliyoruz, dön artık.
6.11.2004

Serap ÖZALTUN
----------------------------------

Kendimce Söyleşim -10 / Sonsuzluk


Ufka bakıyorum… hep: gözlerin. Yolum hep sana akar. Kulağımda sevda sözlerin, Dudaklarım mühürlü. Etme yar, Bu, sevda değil… Beden değiştirmesi ruhun. Ruhun, ruhumdur ey yar. Okşadığın saçım ve o elin, Bir avuç toprak ola… O toprak, üstüme yorgan ola. Biz, bir avuç topraktayız yar… Toprağa salınca saçlarımı, Gidince biz Ne olacak o okşadığın el? “N’olcak o saçlar, o eller” deme Ondandır toprağı sevişim. Tükendim Dönüşler için gelişlerden, Gerçek olmaz yeminlerden, Duyulmayan seslerden, Akmayan gözyaşından Bir iz ver. İnandır bana hayatı. Gerçek miyiz, Düş müyüz? Yüreğime giren burguyu, Beynimi saran örümceği Görmüyor, duymuyor kimse! .. Uyumak…hep uyumak Ve gözümü açtığımda “sen” olmak Ne güzel olurdu…. Tükendim ama, Anla artık, Tükendim… Tüketti bu sevda beni, Al götür bizi toprağın bağrına Verelim sırtımızı Yaradana, Ağlasın sevinçten ruhlarımız Sarılsınlar mezar taşımıza.
1.2.2008

Serap ÖZALTUN
------------------------
Kendimce Söyleşim -11 / Kendime Dair


Hatırlasam anlatacağım Yıl bilmem kaçtı diye… Yıllar, belki de asırlar geçti oysa. Avcuma alıp hayatımın uçurtmasını, Bıraktım gökyüzüne... Gidiş o gidiş… Günler, aylar ve yıllar boyunca Yılan oldum süründüm; Ne tilki olmayı, Ne arslan olmayı Bilmem ki neden, hiç istemedim. Kimseye çelme takmadım, Düşenin elinden tuttum, Aç gördüysem lokmamı bölüştüm, Birim iki olunca üleştim... Akrep olmadım dostuma, Ejderha olmadım kuzuya, Yunus olmak istedim, Sarmak için insanlığı... Akgüvercin olmak istedim Özgürlük adına... Ne çok düşe yelken açtım, Kırıktı dalım kolum. Çeşme başında kaldım. Aldım elime kovamı, Doldururken cismimi gördüm suda. Suladım şiirler söyleyip gülleri de Tercüman olsunlar istedim duygularıma. Dönüp yitti dediğim yıllara Çocukluğumu, gençliğimi, Sevincimi,gözyaşımı Aradım - bulmam sanarak- gizlice... Gözü gözüme, Yüzü yüzüme, Teni tenime, Yazgısı yazgıma benzer Bir kahve gözlü gördüm... Sordum ona “Hayat ne ki? Unuttum ben adımı da kendimi de…” diye Güldü anlamlıca bana Koyup elini omzuma, Sessizliği yırtan bir fısıltıyla: 'Hayat, Yaşayamadıklarımızdaki özlemlerle Yaşanmışlıklar arasında Tek bir noktacıkla da olsa Anılmakta saklıdır.' dedi. 15.07.2008 03:17

Serap ÖZALTUN
-----------------------------
Kendimce Söyleşim 12- Ölüm

12 SAAT SONRA ÖLECEĞİNİZİ BİLSEYDİNİZ NELER YAPARDINIZ?

Bir can dostum var, 'Şu ruh kurtulamadı ki bir türlü bedeninden.' der de yaşadığı her gün için ağlar, gitmek diler her gün ve ben ona hep 'Madem ki burdayız, bir anlamı olmalı yaşamamızın.' derim. O geldi aklıma şimdi başlıktaki soruyu düşünürken. Ölüm her an eşikteyken ve biz hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken gelen bu soru düşündürdü. Ne yapardım, sorusu... Aslında bu, bir çocuğun elinden balonunun uçtuğunda ya da elindeki dondurma yere düştüğündeki duygulara benziyor. Yapacak bir şey yoksa ve sınırlı bir zaman dilimi kalmışsa... Zor, çok zor bunu yaşamak, hele ki akıllı sözlerle bunu ifade etmek, akıl yerinde kalırsa sanırım en canlarımla doya doya bir olmak isterdim. Yaşam boyu yüce yaradanıma mahcup olmamak için dikkat ederek attığım adımlar içinde gene de -bilerek ya da bilmeyerek- elbette ki yanlışlar yaptım.Yüreğimle ve bedenimle bunu telafiye çalışırdım. 'Ben zaten gideceğimi söylemiştim, yolcuyduk...biliyordunuz.' der ve gidişimin geride bıraktığım sevenlerimi ağıda sürüklemesini değil, düşündürmesini, bir an için de olsa düşündürmesini 'dünyanın cennetinin ak pak bir yürekte olduğunu anlatabilmeyi' isterdim.Bunu diyecek vaktim kalmasını isterdim. Elbette ki o 12 saati doldurmayı beklerken duyacağımız salâlar, 'ecel'in vakitsizliğindeki derin anlamı yaşatır bize ve mutlaka şunu deriz: Her ölüm erkendir, keşke...
18.2.2007

Serap ÖZALTUN


-SERAP HOCA-

4 Mart 2009 Çarşamba

GİTMESEYDİ

Hüzünlü bakışlarla denize doğru bakarlarken birden vapurun kulakları tırmalarcasına öten düdüğü, onları düşüncelerden uzaklaştırdı. - Ne oldu, dedi ona sarılan eşi ilgisizce. - Yok bir şey, dalmışım. Düdük… Bir korku sardı sanki içimi. - Neden? Korku içinde yaşamıyor muyuz zaten? - Hiç…öyle işte. Boş ver sen bana. - Hadi gidelim. - Tamam. Yan yana ama aslında çok uzak bir şekilde yürüdüler. Yol boyunda bir kadın, çocuğunu çekiştire çekiştire koşarcasına yürüyor; çocuksa inatla ayak diriyordu. Akan bir su gibiydi caddedeki araçlar…dur durak yok. Her birinden ayrı bir müzik geliyor, her bir ezgi farklı duygular uyandırıyor. Karı koca birlikte mi gidiyordu, ayrı mı? Aynı yolu bitirmeye çalışan iki yabancıydılar sanki. Kadının yüzünde bir amaçsızlık kol geziyordu. Ne yol kenarındaki çiçekçinin çiçekleri ne mızıka çalan şu çocuklar… Birden adam durdu. İki simit aldı kirli saçları içinde pırıl pırıl gözleriyle simit satan bir çocuktan. Sessizce uzattı kadına. Kadın aldı, yemeye başladı.bir an adam, kadının elini tutmak istedi, ancak vazgeçti. Kadınsa bunu bilmeden simidini yiyordu. Yol… bir türlü bitmek bilmiyordu. Keşke otobüse binselerdi ama o zaman simit alamazlardı. Akşamın karanlığı yavaş yavaş kendini belli etmeye başlıyordu. Çöken kızıllık, eve ayrı bir hüzün veriyordu. Denizden eser kalmamıştı. İç içe giren evler, ruha sıkıntı veriyordu. Bahçe kapısını açtı adam, kapıyı tutan tahta yere düştü, eğildi aldı. Yerde bir toka, kırmızı bir saç tokası…içi sızlasa da görmemeye çalıştı. Karısı arkasından bahçeye girerken adam döndü ve onu ilk kez görüyormuş gibi süzdü. O gözleri ilk gördüğü günü hatırladı. İçeri girdiler. Kadın mutfağa girdi. Su içmek için elini uzattığı bardaklar içinde bebekli bir kupa değdi eline; aldı…baktı, baktı ve bardağı öfkeyle fırlattı. Adam, sesi duyunca koşup geldi, karısı boş gözlerle kendine bakıyordu. Sarılmak istedi adam, kadın arkasını döndü. Bir bardak çayın sıcaklığı ile ısınabilseydi yürekleri keşke, sarsaydı demliğin buğusu ruhlarını ve kenetlenselerdi yeniden el ele. Kaşığın sesi, kızlarının bardakla oynadığını, “Kırarsın bırak! ”diye bağırdıklarını, bukle bukle saçlarını sallaya sallaya omuz silkişini hatırlattı. Onca yokluk içinde tek ışık kaynağıydı yavruları. Cıvıltısıyla doldururdu yoksul evlerinin içini. Onun içindi kadının sevmeden evlendiği kocasına katlanması, onun içindi adamın aradığını bulamadığı ama çocuğunun anası olan kadını sarıp ona sahip çıkışı. Bir rüzgar esmişti bu yuvanın içinde, bir yangın çıkmıştı ürkek gönüllerinde. Esen rüzgar giderken alıp götürmüştü gök gözlü kızlarını. Bukle bukle saçlarını sallasaydı, bardakları kaşıkla karıştırıp ses çıkartsaydı, bahçedeki çamurları eve getirseydi de gitmeseydi. -6.6.2001-

Serap ÖZALTUN
21.2.2009

BİR DAHA SEVMEYECEĞİM

Boş da değildi bakışları ama donuktu, anlamsızdı. Önünden gelip gidenlerin ona meraklı bakışları hiç etkilemiyordu onu. Adeta bir yolcu bekler gibi oturdu taşın üzerinde... Zaman zaman dalıp gidiyor, elindeki kitaba göz gezdiriyordu. Bazen bir ışık parlıyordu gözlerinden,sonra sönen ışığın ardından yeniden dalıyordu caddenin o kalabalığını hissetmeden. Ne kadar zaman geçti, bilemedi. Belki on dakika, belki on saat...Hep bekledi, tam kalkıp gidecekti ki bir ses oturttu onu yeniden yerine. Kaç saattir, yerim deyip benimsediği kaldırım taşına. Dur, dedi içinden bir ses, gitme. Oturdu omuzları çökerek. Beklenen, bilseydi ki böyle bir yürek yoluna düşmüş, gelmez miydi? Umudu ekti yüreğine, dalıp gitti onu ilk gördüğü güne. Nasıl da koşarak gitmişti yanına pırıl pırıl gözlerle. Onu ilk defa görmenin mutluluğu, heyecanı nasıl da sarmıştı yüreğini. Sonra yağan yağmur damlalarını yüzünden sildiğini, iş giysisi ile dışarı fırladığını ve bu sevgiye rağmen ona sarılamadığını. Bu nasıl sevmek, dedi kendi kendine. Kavuşmak yokken sözlükte, bu nasıl sevmek? Yanındaki merdivende bir işportacı çocuk, karton vereyim de otur, üşürsün, dedi. Bir an gülümsedi, onu da düşünen biri vardı. Bu, hoşuna gitti. Saçlarını okşamak istedi onun, ama yapmadı. Öylece gülümsedi sadece, bir şey olmaz anlamında. Çalan telefonun sesine irkildi, nerde miyim? Ben hep burdayım, ben hep yüreğindeyim. Bekle dediğin yerdeyim, gelsene. Telefonu cebine koyarken bekleyemedi çıldıran yüreği. Gel demişti ama o gitti onun geleceği yöne. İşte orada, geliyor. Ne kadar özlemişti, koşup atılıverse, sarılsa, çok özledim dese. Diyemez ki...Sırt sıra olacaklardı nerdeyse, arkasını dönmüştü, nabzı dışardan duyulacaktı sanki. Bir an daha dönmese geçip gidecekti...Dayanamadı, seslendi. O geri dönüş, göz göze geliş, dünyada başka ne var ki okyanustaki iki martıdan başka. Kimse yok sanki, sadece onlar var. Sıcacık bir gülüşle yetindi, onu görebildiği için ne çok sevinmişti ve şimdi öyle çaresiz kalakalmıştı...Biraz yürüdüler. Hatır sordular mı birbirlerine, ne dediler, hiç hatırlamıyordu. Bir yerde oturalım dedi, oturdular. Yan yana oturmak istedi yüreği, ama olmadı. Karşısına oturan o güzel gözlerin yüreğindeki dili dinlemek isterdi... Sustular, dar bir vaktin içine sığdırmak istediler özlemlerini, düşlerini. Soğuyan çayın tadı bile buruk değildi sanki, ordan burdan sözlerle anlatmaya çalıştı kendini. Elleri nasıl da tutmak isterdi ellerini ama öyle kalakaldı karşı balkondaki ipte duran tek çamaşır gibi. Ne konuştular ya da konuştular mı...Yoksa sadece bakıştılar da yürekleri mi selam verdi birbirine...Bilemedi. Bir telefon sesi, geliyorum dedi. Zaman, bir sonsuz deniz, bir damlaydı o an ve tükenmişti. Kalktılar, sen gelme, burdan ayrıl dedi. Evet, sen burdan ayrıl. Sarıldı mı ayrılmadan, yoksa sarılmak mı istedi. Gitti... Ardında koca bir enkaz bırakarak. Sevdiğimi de diyemedim,dedi. Telefon açtı, bir fısıltı ile seni çok seviyorum, dedi. Bir daha demek istemiyordu bu sözü. Ne ona ne bir başkasına. Sevmek, rezilce bir avuntuydu. Sevmek, kahpe kurşunlardı. Sevmek, içindeki nefreti kusup çiçeklerle bezemekti yüreği. Sevmek, yıldızlarda bile onu görmekti. Sevmek, birlikte yaşamak değildi, onu yüreğinde hissetmekti. Bir daha dedi, sevmeyeceğim. -2004-

Serap ÖZALTUN
28.1.2009

SONBAHAR GELİYORKEN

Parktayım... bir yerlerden bir türkü 'Dağlar benim var mı size zararım' diyerek yüreğime gönderme yapıyor. Etrafta giden, gelen, oturan, çiçek satan... Her can bin telaşla koşturmada, yüreklerinin isteklerini gömüp. (Ne yapsam bilmem ki...) Bir aş evi çadırı var hemen yanı başımda. Vakit erken. Yemek saatinde karnı açlar gelirler çaresizce. (Ya kalbi aç olanlar ne yapar ki...) Köşede bir kadın dileniyor... Para istiyor, gönlünden ne koparsa. Gönlünü isteyemez ki kimseden kimse. Çünkü gönülden gönüle bir akıştır sevgi. (Şimdi nelerde acaba, ne yapar ki...) Bir adam, -sağırmış gibi- yanındakine bağıra bağıra bir şeyler anlatıyor; istetmesi olmasaymış, dağ başında kalacakmış...istetme... Demek gerekli bir istetme. (O da yollarda kalmasın, ona da istetme gerek.) Şu çocuk neden çalışır ki bu yaşta? Bak onun yaşında şu çocuk, annesinin elinden tutmuş, okul alışverişinden dönüyorlar. (Acaba köyde okurken ona da okul alışverişi yapan var mıydı ya da okulla ev arasındaki dağın yollarında servis var mıydı?) Serin bir yel esti,havada bunaltıcı bir his var. Yetmiyor aldığım oksijen, elim telefonuma gidiyor. Sanki ondan bir parça var telefonda. Tıklasam ses verir belki... Yanıma iki sevgili oturdu, sarmaş dolaşlar. Ne vakte dek severler ki birbirlerini.Kız, sarılıyor erkeğe ve 'unutma, gece mesaj at bana' diyor sevgisinden emin bir şekilde. (O da sevgimden emin mi ki...) Kalktım, yapraklar hâlâ dallarında. Görürüz sizi de, size de vurur hazan. Dallarınızdan kopup da inleyip sürünürken siz de ben gibi,anlar mısınız ki ahvalimi? Önüm sıra bir dede yürümeye çalışıyor, bir adım gerisinden gelen ak saçlı bir kadın 'ömrümü tükettin, bıktım senden...' diye söyleniyor. Adam, bir taşa takıldı, tökezledi... Kadın hemen koşup kolundan tuttu... (Ömür birlikte biter mi ki...)


Serap ÖZALTUN
5.9.2008

İNLERKEN YÜREK

Ey yaren, Bir bilsem ufuktan güneş ne vakit doğacak...Bir bilsem de uykuyu haram kılsam gözlerime... Gecenin zifirinde boğuldum kaldım, beklemek yormuyor, sadece içimde ince bir sızı var, nedeni çok. Dalıp gidiyorum geçmişe, geleceğe; bir yerlerde bırakıyorum kendimi, bulamıyorum. Gözlerin, ah o gözlerin! .. Neden, diyen gözlerinin altında ezildiğim o gün gitmezken hiç yüreğimden anlatılmaz bir korku sarıyor içimi. Bir bakıyorum avcuma konan bir kekliksin, bir bakıyorum kartalsın...Tarifi yok bir söz oldun benim için artık, korku gibi bir şey içime ılık ılık akıyor ve çizmek istiyorum kırık kalemlerle resmimi bu dünyadan. Bir kar damlası olsam da yok olsaydım keşke sen bana öyle sevgiyle ama kırgın bakarken...Ayaklarımın altında nedenler kalmış, kayıyorum... Güneşi bekliyorum hâlâ; yok! .. Bana karanlık kaldı, sana gündüz. Bana yokluğunu bırakma, sende kalmışken varlığım ruhuyla beni sensizliğinde tüketme; güneşle gel ey yâren. Kendine iyi bak.

Serap ÖZALTUN
5.9.2008

BİR ERKEK GİTTİĞİNDE

19 Nisan 2007 anısına...




Dudaklar bükülekalır da süzülür gözden yaşlar bilmeden.Güle güle derken bilirsin ki ayrı bir dünyası var, el sallarsın da dua edersin sağlıkla gitsin diye. Dönersin onunla adımladığın yolları yapayalnız, gider açarsın onunla kapattığın kapıyı. Dokunamazsın hiçbir şeye,bir mabet gibidir o ev. Pijamasında hâlâ ter kokusu vardır, yastıkta saçları. Banyoda traş losyonunun kokusu kalmıştır, yerde ayrı yolları gibi her biri bir yere bakan terlikleri. Açık kalan radyo 'tek çaremiz ayrılmak' der sızlatarak yüreği. Mutfağa girersin için yanarak bir bardak su içeyim diye masada kahvaltıda içilen çay bardakları, alır eline bardağını son lokmasını içersin dudaklarına değerek. Lavabonun yanında geceden kalan kahve fincanları, fal deyip de bakılan umut fincanları. Aldığı kavun yerdedir, kim yiyebilir ki şimdi onsuz tek lokmayı. Ayaklar çeker koltuğa götürür, oturursun dizdize uzandığınız koltuğa yalnızlığını unutup. Elin kumandaya gider, onun izlediği kanalı bulmak istersin yanında onu hissedip. Her yer aşkın kokusuyla doluyken bu gidiş niye diye isyan eder benliğin, 'sen onu aklından sil' der diğer odadaki radyodan gelen ses. Elveda demedik ki biz, der yürek de silinmeden akar gözden yaşlar. Sensiz asla dersin de elini kalbine götürürsün, herşeye rağmen gideni düşünüp. Dualara sığınırsın sağlıkla gitsin de tek benim olmasın dersin. Ona 'halaybaşısın sen' diyen yürek sesinden güç alarak dinlersin radyodan gelen sesi:

'GÖZLERİNİN İÇİNE BAŞKA HAYAL GİRMESİN,
BANA AİT ÇİZGİLER DİKKAT ET SİLİNMESİN.'


Serap ÖZALTUN
1.8.2008